Quantcast
Channel: Peygamberimin İzinden 🕋🕌
Viewing all 1276 articles
Browse latest View live

Besmelenin Sırları

$
0
0


"Besmele"nin manasını derinlemesine incelemek şu anda mümkün değildir. En doğrusunu Allah bilir ama islami kaynaklara göre açıklamaya çalışalım:
Bismillah, kâinatta nuranî bir satırdır; Ferşi Arşa/zemini semaya/yeri göğe bağlar. Onu söyleyen insanın kalbini Rabbine bağlar. 
"Besmelenin"çekildiği her konuda ayrı bir bağlantısı vardır. Okuyan, yazan, yemek yiyen, su içen, namaz kılan insanlar, bu yaptıklarıyla paralel olarak, dil ile seslendirilmemiş bir fiili veya bir ismi zihinlerinde takdir etmiş oluyorlar. "Allah'ın adıyla, okuyorum, yazıyorum, yemek yiyorum, namaz kılıyorum veya okumam Allah'ın adıyladır…"gibi. Bizim"Allah'ın adıyla" dememizin arkasında, Arapça gramer bakımından da böyle bir fiilin veya bir ismin olması şarttır. (bk F Râzî tefsiri, I/105-106)
Kur'an'ın ilk inen ayeti "Yaratan Rabbinin adıyla oku." mealindedir. Görüldüğü gibi, ayette "oku"fiili açıkça zikredilmiştir. Bu da Besmele ile birlikte uygun bir fiil veya ismin gizli olarak var olduğuna bir işaret olup, bizim için önemli bir derstir.
Besmelenin Bazı Sırları:
a. Abdullah b Mesud şöyle diyor: Besmelenin harfleri, Cehennem zebanilerinin sayısı kadar olup 19 tanedir. Dolayısıyla, bu 19 zebaniden kurtulmak isteyen, 19 harfli besmeleyi okusun. Bunu okuyan kimse için Allah, bu harflerden her birisini, bir zebaniye karşı bir zırh yapar. Cehennem meleklerinin kendileri de bütün işlerini besmele çekerek yaparlar. Bütün güçlerini de besmeleden alırlar. (Kurtubi, I/92)
Fahreddin Razî de şu görüşlere yer vermiştir:
Besmelenin harf sayısı 19'dur. Bunun iki hikmeti vardır:
Biricisi: Zebanilerin sayısı; 19'dır. Allah Besmelenin 19 harfleriyle insanları bu zebanilerden korur.
İkincisi: Allah gece ve gündüzü 24 saat olarak tayin etmiştir. Sonra da, beş saat alarak beş vakit namazı farz kılmıştır. Namazın saatleri olan beş saat, 24 saatten çıktığında geriye 19 saat kalır. İşte Besmelenin 19 harfi, namaz dışındaki 19 saat içinde meydana gelen günahlara kefaret olur. (Razı Tefsiri, I/175)
b. Besmelede Allah'ın sonsuz rahmetini gösteren Rahman ve Rahim isimlerine yer verildiği için, Müşriklere karşı savaş ilan eden Berat/Tevbe Suresinin başında anılmamıştır. Bu açıdan bakıldığında, beş vakit farz namazlarda, günde on yedi defa, insanlara İlahî merhametin adresi olan Besmeleyi okumalarını emreden Allah, bununla bize şu dersi veriyor: İnsanların yaratılış gayesi savaşmak, birbirlerini öldürmek değil, birbirlerine karşı merhamet göstermek, yardımcı olmak ve erdemli davranmaktır. (Razı Tefsiri, I/175)
c.İlginçtir, Besmelenin başında bulunan "B"harfi hariç, geriye kalan bütün harfler şifreli surelerin başında yer almıştır. Bu harfler 18 adettir, 9 tanesi aslî, 9 tanesi mükerrerdir.
Bu açıdan bakıldığında, Besmelenin dokuz nurlu harfinin başında bulunan "b"harfi, bütün Kur'an'da başında Besmele bulunmayan tek sure olan Berat Suresinin başında ve ilk harfi olarak bulunmuştur. Bu Sure hicrî dokuzuncu yılında inmiş ve Nasr Suresinin dışında, en son inen sure olmasına rağmen, Kur'an'da dokuzuncu sıraya yerleştirilmiştir
d. Besmelenin başındaki "B" harfi, "Mâsiva"yı temsil etmektedir. O bir harf-i cerdir. Cerin manası çekmektir. Cer harfleri başında bulundukları isimlerin sonunu aşağıya çekip esre yaparlar. Ancak "Besmele"nin başındaki harf-i cer ise, manevî bir asansör hükmünde kendisine yapışanı Rahman ve Rahim olan Allah'ın mukaddes huzuruna doğru çeker ve yukarı mertebelere çıkartır.


Besmelenin Önemi Ayet ve Hadislerde

$
0
0

Allah-ü Teala, Levh-ü Mahfuzu sonra da mele-i âlâyı  yarattı. Azametle baktığında Cenabı Mevla kalemin ucu çatladı. Mürekkep geldi (Bildiğimiz mürekkep değil) 
Kalem dedi ki "Ey Rabbim! Ne yazayım?"
Cenabı Mevla buyurdu ki: "Bismillahirrahmanirrahim yaz" Bir rivayete göre yedi yüz sene sürdü kalemin besmeleyi yazması. 
Cenabı Mevla buyurdu ki: "Ey kalem Âla! Her kim ismi celilimi bir kere okursa Bismillahirrahmanirrahim yedi yüz yıllık ibadet sevabı yazdırırım." 
Besmele-i şerifi avucuna üfle ve sonrada vücudunu mesh et. Besmelenin bereketi üzerimize olur.  
Bizim Peygamber Efendimize (sav) inzal oldu Bismilllahirrahmanirrahim.
Dua; "Ya Rabbi besmele-i şerife hürmetine, Habibi Ekreminin Şanı bereketi ile besmeleyi her işimizde söylemeyi nasip eyle! Amiiin."
Her musibet def olur her hayır feth olur."
  


Okunuşu: “Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm.”

Anlamı: “Kovulmuş Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınırım.”



اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ


Her işe besmele ile yani Allah Teâla’nın adı ile başlanmalıdır.

Besmele:Okunuşu: “Bismillahirrahmanirrahîm.” 
Anlamı: “Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adı ile..”
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Aklımıza bir vesvese geldiğinde on kere "Eûzü billâhimineş-şeytâni'r-racîm" dememiz gerekiyor ki şeyatanı kaçıralım.




Euzu billahis-semiil- alimi mineşşeytanirracim manasını düşünerek (kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığrınırım.) On kere söylersen şeytan kaçar gider. Manayı düşünmezsen şeytanı kaçıramazsın. Yüz kere okusan da günaha düşmekten şeytana uymaktan kurtulamayız. Allah'ın huzurunda olduğumuzu unutmamak lazım. 
    
“Bismillahirrahmanirrahîm.” ise her ibadete ya da hayırlı bir işe başlarken besmele çekilir. Namaz, gusül ve ibadetlerimizde çektiğimiz gibi..

Elimizde değil günahtan kaçamıyoruz. Öyle bir durum olduğu zamanda hemen Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm ve estagfirullah demek lazım. 
Günaha düşmeden ilim ile amel etmek lazım ama günaha istemeden düştükse eğer tevbe etmemiz gerekir. 
Ne dememiz lazım; Estağfirullah la ilahe illallah Muhammedür rasulullah..

La ilahe illallah dediğinde günahın mizanda ne kadar ağırda olsa kelime-i tevhit daha ağır gelir. Melekler sol tarafına günah yazdığında hemen Estağfirullah la ilahe illallah Muhammedür rasulullah..diyerek sağ tarafımızdaki meleğe bu tevbe istifarla tevhidi yazdırarak durumu kurtarabiliriz.

"Sonra şüphe yok ki Rabbin, bir cahillikle günah işleyip ardından tevbe eden ve durumunu düzelten kimseleri bağışlar. Şüphesiz ki Rabbin, bu tevbeden sonra Gafurdur, Rahîmdir (çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.)" (Nahl Suresi, 119)

"Bir günah işlediğin zaman hemen arkasından bir iyilik yap, bir sevab işle ki o günahı mahvetsin!"(Beyhaki; İhyâ, 4/65)


Hadisin tam tercümesi şöyledir:
“Peygamber efendimiz (sav), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona şu tavsiyelerde bulunmuştur:

“Allah’a ibadet et ve ona şirk koşma. Allah’ı görür gibi ona kulluk et. Her taşın ve her ağacın yanında Allah’ı zikret. Eğer gizlice bir kötülük işlersen, ardından hemen gizlice bir iyilik yap. Eğer açıktan bir kötülük işlediysen ardından hemen açıktan bir iyilik yap. Allah’tan kork ve mazlumun bedduasından çekin!”

(Beyhakî, Şuabu’l-iman, 2/78)

Âişe radıyallahu anhâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu söyledi:
“Biriniz yemek yerken besmele çeksin. Şayet yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda ‘baştan sona bismillah’ desin.“
Ebû Dâvûd, Et`ime 15; Tirmizî, Et`ime 47

* Ömer İbni Ebû Seleme radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu:

“Besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!”
Buhârî, Et`ime 2, 3; Müslim, Eşribe 108. Ayrıca bk. Tirmizî, Et`ime 47; İbni Mâce, Et`ime 8


* Huzeyfe radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yemek yiyeceğimiz zaman, o, yemeğe dokunmadan elimizi yemeğe sürmezdik. Yine bir gün onunla birlikte yemek yiyecektik. Derken küçük bir kız çocuğu geldi. Sanki biri onu arkasından itiyormuş gibiydi. Hemen elini yemeğe uzattı; fakat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elini tuttu. Daha sonra bir bedevî geldi; o da arkasından itiliyormuş gibiydi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun da elini tuttu ve sonra şöyle buyurdu:
“Şeytan besmele çekilmeden başlanan bir yemeğe katılmayı pek arzu eder. O, şu yemeğe katılmak için bu câriyeyi getirdi. Fakat ben elini tuttum. Bu bedevî sayesinde yemeğe katılmak için onu alıp getirdi; onun da elini tuttum. Nefsimi kudretiyle elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, şeytanın eli, onların eliyle birlikte avucumdaydı.”
Sonra Peygamber aleyhisselâm besmele çekip yemeğe başladı.
Müslim, Eşribe 102. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 15

* Câbir radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan adamlarına, “Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz” der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan adamlarına, “Geceyi geçirecek bir yer buldunuz” der. O şahıs yemek yerken besmele çekmezse, şeytan kendi adamlarına, “Hem barınacak yer hem de yiyecek yemek buldunuz” der.”

Müslim, Eşribe 103. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 15; İbni Mâce, Duâ 19

* Sahâbî Ümeyye İbni Mahşî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında birisi yemek yiyordu. Adam son lokmaya kadar besmele çekmedi. Son lokmayı ağzına götürürken“bismillâhi evvelehû ve âhirehû” (baştan sona bismillâh) dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem güldü ve şöyle buyurdu:

“Şeytan onunla birlikte yemek yiyordu. Adam besmele çekince, şeytan yediklerini kustu.“

Ebû Dâvûd, Et`ime 15; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, Âdâbü’l-ekl, 15.


* Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbından altı kişiyle birlikte yemek yiyordu. Bu sırada bir bedevî geldi ve yemeği iki lokmada bitiriverdi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şayet o besmele çekseydi, yemek hepinize yeterdi. ”

Tirmizî, Et`ime 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ime 7


* Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm sofrasını kaldırdığı zaman şöyle derdi:“Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan, huzurundan geri çevrilmeyip kabul edilen sayısız hamd ile hamd ederiz.“
Buhârî, Et`ime 54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 52; Tirmizî, Daavât 55; İbni Mâce, Et`ime 16

*Muâz İbni Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:“Bir kimse yemek yedikten sonra: Bana bu yemeği yediren, sonucu etkileyecek bir güç ve kudretim olmaksızın onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun, derse, geçmiş günahları bağışlanır. “Ebû Dâvûd, Libâs 1; Tirmizî, Daavât 56. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ime 16

Çocukların Anne Baba Üzerindeki Hakları

$
0
0

Prof. Dr. Mehmet Soysaldı’nın, “Çocukların Anne Baba Üzerindeki Hakları” isimli şu makalesini de okumanızı tavsiye ediyorum:

Anne-babanın çocukları üzerinde hakkı olduğu gibi çocukların da anne ve babaları üzerinde birtakım hakları vardır. Genellikle anne-babanın çocukları üzerindeki hakları üzerinde durulup çocukların anne ve babaları üzerindeki hakları göz ardı edilir. İşte biz bu yazımızda çocukların anne ve babaları üzerindeki haklarını inceleyeceğiz.

Hiçbir varlığın bu dünyada ebedi var olma imkânı olmadığı gibi, insan denen varlığın da bu dünyada ebedi olarak yaşaması söz konusu değildir. Ancak insanın fıtratında ebedi olarak yaşama isteği ve arzusu vardır. İşte bu duygu ve istek bu dünyada insanın kendi neslinden gelen çocukları sayesinde gerçekleştirilmektedir. İnsan bu dünyaya doğumla gelmekte çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık evrelerinden sonra eceli geldiğinde bu dünyadan göçüp gitmektedir. Ancak geride bıraktığı çocukları ve torunları vasıtasıyla bu dünyada neslini devam ettirebilmektedir. Adeta insanın sonsuzluk duygusu bu şekilde gerçekleşmiş olmaktadır. O halde geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza ve gençlerimize önem vermeliyiz. Onlara karşı olan görev ve sorumluluklarımızı azami ölçüde yerine getirmeye çalışmalıyız.

Anne babalar çocuklarına Allah'ın verdiği bir emanet nazarıyla bakmalıdırlar. Ailevî sorumlulukları yerine getirmek anne-babanın kıyamet günü Allah huzurunda sorguya çekileceği bir emanettir. Nitekim Yüce Allah buyurmaktadır:


"Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz." (Tahrim, 66/6)

İslam âlimleri ayet-i kerimenin emrettiği ateşten koruma işinin eğitimle olacağını belirtmektedirler. Yani aile fertlerine İslamî terbiye verildiği takdirde, onların hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaşmaları sağlanmış olur. Böylece onlar cehennem azabından korunurlar.

Kur'an'da aile reisine terettüp eden uhrevî sorumluluk çeşitli ayetlerde veciz bir şekilde ifade edilmektedir. Nitekim bir ayette İslamî terbiyeyi ailesine vermeyip de onların cehennem ateşine düşmelerine sebep olan kişinin kıyamet gününde en bedbaht kişi olacağı şöyle belirtilmektedir:


"De ki: Asıl ziyan edenler, asıl hüsrana uğrayanlar hem kendilerini hem de ailelerini kıyamet günü hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun ki apaçık hüsran işte budur. Onların hem üstlerinde hem altlarında ateşten kat kat örtüler vardır. İşte Allah böyle bir azabın varlığını bildirerek kullarını bunlardan sakındırıyor. Ey kullarım! Bana karşı gelmenizden ötürü azabıma uğramaktan sakının."(Zümer, 39/15-16)

Rasulullah (asm) bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi siz de evlerinizde ve emriniz altındakileri cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmelisiniz. Öğretmezseniz mesul olacaksınız." (Buhârî, Vesâyâ 9; Müslim, İmâre 20)

Bu ayet ve hadisten anlaşıldığı gibi çocuklar anne-babaya Allah'ın verdiği bir emanettir. Bu emanet de anne-babalara büyük bir sorumluluk getirmektedir. Zira anne babalar kıyamet gününde bu emanetlere karşı nasıl davrandıkları hususunda Allah'ın huzurunda hesaba çekileceklerdir.

İslam'a göre çocukların anne ve babaları üzerinde bir takım hakları vardır. Bu haklardan bazılarını burada açıklamaya çalışacağız:

1. Evlilik öncesi haklar:İslam'a göre çocukların anne ve babaları üzerindeki hakkı, anne ve baba evlenmeden önce başlamaktadır. Yani kişi evleneceği ve neslini devam ettireceği eşini seçerken dikkatli davranması ve eşini itinayla seçmesi gerekir. Çünkü soyu ondan devam edecektir. Bu dünyada en değerli varlığı olan çocukları ondan dünyaya gelecek ve aynı zamanda da çocukların yetişmesinde büyük rolü olacaktır.

Nitekim büyük İslam âlimlerinden olan Ebu Esved ed-Düelî çocuklarına şöyle deyip övünürmüş: "küçüklüğünüzde, büyüklüğünüzde ve doğumunuzdan önce size iyilik ettim." Doğumlarından önce kendilerine nasıl iyilik ettiğini soran çocuklarına: "Size sövülmeyecek bir anne seçtim." dermiş.(1)

Anne çocuğuna hamile olduğu süre içerisinde, yediğine içtiğine ve bütün davranışlarına dikkat etmek zorundadır. Çünkü hamilelik döneminde yaptıkları karnındaki çocuğuna mutlaka etki etmekte ve çocuğun ona göre şekillenmesini sağlamaktadır. O halde insan neslini devam ettireceği eşini itinayla seçtikten sonra, çocuğun anne karnındaki yetişme sürecinde de azami dikkati göstermesi gerekir.

2. Güzel bir isim koymak:Çocuk doğumla dünyaya geldikten sonra çocuğun anne-baba üzerindeki hakları devam etmektedir. Çocuk dünyaya geldikten sonra anne ve babanın çocuklarına karşı yapmaları gereken ilk vazifeleri; yavrularına uygun ve güzel bir isim koymalarıdır. Zira isim kişi için çok önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber (asm):


"Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri de ona güzel bir isim koyması ve terbiyesini güzel yapmasıdır."(2)

"Siz kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız öyle ise çocuklarınıza güzel isimler koyunuz."(3)


buyurmaktadır.

İsim deyip geçmemek gerekir. Çünkü isim olarak seçilen kelime; adı olduğu şahsa psikolojik, sosyolojik ve daha pek çok yönlerden etki etmektedir. Bu tesir altına alış hem müspet manada hem de menfi manada olabilmektedir. Ayrıca ismin şahsiyetle bütünleşmesinin uyumluluğunun o kişinin çevresindeki insanlara da tesiri vardır. İsmin telkin gücünü artırdığı da bir gerçektir.

Çocuğa konulacak isim çocuğun içinde yetişeceği toplumda ve kültür çevresinde alay konusu yapılmayacak ve onu küçük düşürmeyecek isimlerden olmalıdır.

Allah Resulü (asm) de çocuklara güzel isim konmasını tavsiye etmiştir. Çocukluğunda kendilerine güzel isim verilmemiş olan pek çok sahabenin ismini değiştirmiştir. Mesela huzuruna gelen bir sahabeye ismini sormuş "Zahim" dediğinde bu ismi beğenmemiş ona "Beşir" ismini vermiştir. Böylece sıkıntı manasına gelen bir ismi neşeli müjdeci manasına gelen bir isimle değiştirmiştir.

Bir başka sahabenin ismi de "el-Âsî" idi. isyan eden anlamına gelen bu ismi Peygamberimiz (asm) itaat eden anlamına gelen "Mûtî" ismiyle değiştirmiştir.(4)

Hz. Ali çocuğuna isim verilmesi ile ilgili olarak şöyle anlatmaktadır:


"İlk oğlum doğduğunda ona savaş anlamında Harb ismini vermiştim. Allah Resulü geldi. 'Oğlumu bana gösterin ona hangi ismi verdiniz?' dedi. Harb ismini verdik dedik. Hayır onun ismi "Hasan"dır dedi."(5)

3. İyi bir eğitim ve terbiye vermek:Çocukların anne-baba üzerindeki diğer bir hakkı da onların güzel bir eğitim almalarını sağlamaktır. Zira çocukları eğitmek ve geleceğe hazırlamak anne babanın görevlerindendir.

Anne babalar çocuklarını sadece yedirmek, içirmek, giydirmekle görevli değildir. Aynı zamanda onların iyi bir eğitim görmesini sağlamakla da sorumludurlar. Ailenin çocukların eğitiminde büyük bir yeri ve önemi vardır. Zira aile çocukların ilk eğitim yeridir. Eğitim ailede başlamaktadır.

Çocukların eğitimi konusunda ilk etapta baba sorumludur. Babanın bu konudaki sorumluluğu Allah'a karşıdır. Bu sorumluluğunu yerine getirmeyen aile reislerinin kıyamet gününde en bedbaht ve hüsrana uğrayan babalar olacağı Kur'an'da ifade edilmektedir.
Kişi ailesinden sorumludur. Zira Kıyamet günü çocukları ya şefaatçi ya da şikâyetçi olacaklardır. Baba çocuklarına İslamî terbiye verdiği takdirde onların sevaplarına aynen iştirak edecek, böylece şefaatlerine mazhar olacak vermediği takdirde de "Bizim eğitimimizi niçin ihmal ettin niye cehennem ateşine girmemize sebep oldun?" diye şikâyetlerine sebep olacaktır. 
Nitekim bir ayet-i kerimede;


"Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır." (Teğabün, 64/15)


buyrulmaktadır. Ayette bahsedilen imtihan babaların çocuklarının sadece maddî ihtiyaçlarını karşılamakla kalmıyor, ayrıca onların eğitimini de güzel bir şekilde yaptırmakla da sorumludurlar.

O halde İslam'a göre babalık sorumluluk demektir. Baba aile fertlerinin dünyevî ve uhrevî sorumluluğu sırtında olan kimsedir. Çocuğun güzel terbiye edilmesi, çocuğun hayata mükemmel bir şekilde hazırlanmasıyla bütün mükellefiyetlerini ifa edebilecek şekilde yetiştirilmesiyle yerine getirilmiş olur. Sadece din terbiyesi veya sadece meslek eğitimi vermek güzel terbiye değildir. Eksik terbiyedir.

Bir Babanın Sorumlulukları

İslama göre bir babanın çocuğuna öğretmekle yükümlü olduğu temel bilgileri maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

a. İtikad ve ibadetle ilgili temel bilgiler.

b. Ahlak ile ilgili temel bilgiler.

c. Diğer insanlarla ilişkilerinde (adab-ı muaşerette) dikkat edeceği hususlarla ilgili bilgiler.

d. Meslek eğitimi.

Çocuğa aile içi eğitim verirken, anne baba başta olmak üzere büyükler çocuklara güzel örnek olmalıdırlar. Aile içerisinde anne babasından ve büyüklerinden daima güzel örnekler gören çocuk mutlaka onlardan olumlu yönde etkilenecektir. Anne-baba çocukları önünde birbirine güzel hitap etmeli, doğru konuşmalı yalandan sakınmalı, verdikleri sözlerde durmalıdırlar. Aynı zamanda ibadetlerini de düzgün bir şekilde sürekli yapmalıdırlar. Anne-babalarından bütün bu olumlu davranışları gören çocuklar olumlu yönde etkileneceklerdir. Demek ki bizler gençlere düzgün ve ideal yaşayışımızla örnek olmalıyız. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki hal dili söz dilinden daima daha etkilidir. Sigara içen bir anne-babanın çocuğuna "sigara içme" demesi ne derece etkili olur? Elbette ki etkili olamaz. O halde söz ve davranışlarımız birbirine uymalıdır. Davranışları sözlerine uymayan bir anne babanın çocuklarına verdiği eğitimde başarılı olması mümkün değildir.

Aile kanatları altında çocuğun inanç esaslarını; İslam'ın prensiplerini değerlerini ve öğretilerini öğrendiği ilkokuldur.

Bizler sadece çocuklarımızın bir meslek edinip ilerideki hayatlarında rahat etmelerini sağlayacak eğitim ve öğretimi almalarını değil, aynı zamanda onların inançlı ve dindar olarak yetişmesi için doğru ve yeterli bir dini eğitim almasını da sağlamak zorundayız.

4. Çocuklara güzel davranmak: Aile içinde anne-babaların çocuklara güzel davranmaları çocukların anne babaları üzerindeki haklarındandır. Çocukları terbiye etmek için dövmek doğru değildir. Ancak yanlış bir iş yapınca cezalanabileceği hissini vermek lâzımdır. Aile içinde anne-baba çocuklarını eğitirken onlara daima anlayış, sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşılmalıdır. Çocuk kötü bir davranışı ilk defa yapınca onun kötü olduğu güzelce izah edilmelidir. Çocuk ısrarla tekrar aynı hatayı yapmaya devam ederse uygun bir şekilde cezalandırma yoluna gidilebilir. Ancak asla zorlama ve baskıya müracaat edilmemelidir. Her hatayı büyütmek, hemen müdahale etmek, ağır şekilde cezalandırmak, başkalarının yanında yapılan hatayı teşhir etmek uygun değildir.

Hakikatler çocukların seviyelerine inilerek onların anlayabilecekleri bir üslupla anlatılmalıdır. Gençlerin seviyesine inmek onların anlayabilecekleri bir dille anlatmak eğitimin başarılı olmasında önemli bir etkendir. Çünkü dinî hakikatler genellikle soyuttur. Anlaşılması, idrak edilmesi kolay değildir. Bu nedenle Kur'an, Hz. Peygamber (asm) ve İslam büyüklerinin metoduna uyarak meseleleri temsil ve örneklerle onların akıllarına yaklaştırmalıyız. Günlük hayattan yaşayıp gördüklerinden temsiller getirmeliyiz. Temsil ve örnek, soyut gerçeği hem kavratır hem de zihinde kalıcı hale getirir.

5. Çocuklar arasında eşit ve adil davranmak: Anne-babalar çocuklarına karşı eşit ve adil davranmalıdırlar. Anne babalar aile içerisinde bütün çocuklarına kız erkek büyük küçük farkı gözetmeksizin eşit davranmalıdır. Bu eşitlik çocuklar için alınıp satılan maddî şeylerden tutun da bir öpücüğe varıncaya kadar her türlü ilgi ve ikramda da gözetilmesi gerekir. Maalesef günümüzde bazı anne babalar çocuklarına karşı gerek sevgi ve ilgide gerekse onlara aldıkları maddî şeylerde eşit davranamamaktadırlar. Özellikle erkek çocukların daha fazla sevilmesi ve kız çocuklarının hor görülmesi ülkemizde yaygın bir yanlış davranıştır. Bu yanlış davranışın sonucu olarak da çocuklar birbirine karşı haset ve kin beslemekte ve böylece aralarındaki sevgi ve saygı ortadan kalkmaktadır. Hâlbuki İslam dini çocuklar arasında adaletli ve eşit davranmayı emretmektedir.

Numan b. Beşir'den rivayet edildiğine göre o şöyle anlatmaktadır:


"Babam bana malından bir şeyler hibe etmişti. Annem Amra Bintu Ravaha: 'Bu hibeye Resulullah (asm)'i şahit kılmazsan kabul etmiyoruz.' dedi. Bunun üzerine bana yaptığı hibeye şahit kılmak için babam beni de alarak Resulullah (asm)'e gittik. Durumu öğrenen Hz. Peygamber (asm) babama: 'Başka çocukların da var mı?' diye sordu. Evet cevabı üzerine 'Aynı şekilde bütün çocuklarına hibede bulundun mu?' dedi. Babam hayır deyince Hz. Peygamber (asm): 'Allah'tan korkun, çocuklarınız hususunda adil olun.' dedi. Babam oradan ayrıldı ve hibeden vazgeçti."(6)


Bu hadisten de açıkça anlaşıldığı üzere, çocuklar arasında eşit ve adil davranmak çocukların ebeveyni üzerindeki haklarındandır. Bazı İslam âlimleri çocuklar arasında eşit davranmak sadece maddi konularda değil öpücüğe varıncaya kadar her şeyde şarttır demişlerdir. Nitekim Hz. Enes (r.a)'dan rivayet edildiğine göre;


"Bir adam Hz. Peygamber (asm)'in yanında otururken oğlunun biri gelir. Adam çocuğunu öper ve dizinin üstüne oturtur. Az sonra kızı gelir. Adamcağız onu öpmeksizin önüne oturtur. Bunun üzerine Resulullah (asm):

'Böyle yaparak aralarında eşit davranıyor musun?' diyerek onu kınar.(7)


Yine başka bir hadiste Hz. Peygamber (asm) buyurmuştur:


"Allah öpücüğe varıncaya kadar her hususta çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever."(8)

Anne-babaların bu hususlarda azami dikkati göstermeleri ve çocukları arasında eşit ve adil davranmaları gerekir. Zira şunu asla unutmamalıyız ki bizler bu dünyada yaptıklarımızdan dolayı bir gün Allah'ın huzurunda hesap vereceğiz.

6. Evlilik çağına geldiğinde evlendirmek:Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri de buluğ çağına erişince çocuğunu vakit geçirmeden evlendirmesidir. Zira gerek Kur'an gerekse Hz. Peygamber (asm) gençlerin ve yetimlerin buluğ çağına erince evlendirilmelerini emretmektedir.

Evlenme ve evlendirme işi çocuğa verilecek ailevî terbiyenin en önemli bir meselesi bir parçasıdır. Çünkü İslam'ın aile kurmada güttüğü gayeler iyi bir evlilikle gerçekleşebilir. Bu sebeple Kur'an evlenme meselesine teferruatıyla yer vermiş, namus ve iffet sahibi fuhuş ve gizli dosttan uzak kızların hoşa gidenlerinden ailelerin izniyle ve mehirleri verilerek aleni bir şekilde meşru bir nikâhla evlendirilmesi emredilmektedir.(Nisa, 4/25) Keza kızlar mümin ve dindar bir erkekle erkekler de mümine ve dindar kızlarla evlendirilmeli, müşrik ve dinsiz gençlerden kaçınılmalıdır. (Bakara, 2/221) Hz. Peygamber (asm) ise evlenecek eşin dindar olmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.(9)

Esasen ebeveynin çocuğuna vereceği ideal manadaki temel eğitimi ve vazifesi, buluğa eren gencin vakit kaybetmeden bir iş sahibi kılınarak evlendirilip müstakil bir yuvaya kavuşturulmasıyla noktalanmaktadır.(10)

Evlenen genç artık müstakil, mükellef bir fert ve bir aile reisi olmuştur. Artık o ailesinin ve cemiyetinin sırtında bir yük olmaktan çıkmış sorumluluk sahibi bir fert haline gelmiştir.

Sonuç

Anne ve babaların çocuklarına karşı birtakım görev ve sorumlulukları vardır. Bu görevlerini yapıp yapmadıkları hususunda Allah'ın huzurunda hesaba çekileceklerdir. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza karşı görevlerimizi yapmada azami gayret göstermeliyiz.

Çocuklarımıza karşı görevlerimiz daha onlar dünyaya gelmeden başlamakta, çocuk ana rahmine düştüğünde devam etmekte ve onlar dünyaya geldiklerinde ise sorumluluklarımız daha da artarak devam etmektedir.

Çocuğu dünyaya gelen bir anne baba önce ona güzel bir isim koymalıdır. Çocuğunun en güzel bir şekilde terbiyesi ve eğitimiyle ilgilenmeli bu terbiye ve eğitim süresinde de onlara şefkat ve merhametle muamele etmeli çocukları arasında eşit ve adil davranmalıdır.

Ergenlik çağına gelen çocuğunu da evlendirmek suretiyle ailesine ve topluma faydalı bir birey haline gelmesini sağlamalıdır.
Dipnotlar:

(1) Ahmed el-Gandur el-Ahvâlu'ş-Şahsiyye fi't-Teşrî'i'l-İslâmiyye, Kuveyt 1972 s.27; Ateş Süleyman Evlenme ve Boşanma. s.5.
(2) Canan İbrahim Hadis Ansiklopedisi VII/363.
(3) Ebu Davud, Edeb 61.
(4) el-Edebü l-Müfred, II/181.
(5) el-Edebü l-Müfred, II/180.
(6) Müslim, Hibat 13.
(7) Canan Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, Tuğra Neş. İst. trs s.175.
(8) Feyzu l-Kadir, II/297.
(9) Buhârî, Nikah 15.
(10) Canan İslamda Aile Terbiyesi Din Öğretimi Dergisi s.63.

Not: Bu konuda detaylı bilgi için "Allah'ın Çocuklara Bahşettiği Haklar, Prof. Dr. İbrahim Canan"ın eserini DE okumanızı tavsiye ederiz.

1940’lı yıllarda Amerika’da yaşanan bir olay, ÖMER NASUHİ BİLMEN ve ACBÜ’Z-ZENB NEDİR,

$
0
0

ÖMER NASUHİ BİLMEN ve AMERİKALILARI ŞOK ETTİ! 
1940’lı yıllarda Amerika’da yaşanan bir olay sonrasında İslam’ın konuyla ilgili görüşünü öğrenmek üzere Ömer Nasuhi Bilmen’in kapısını çalan Amerikalı bilim adamları, çıkan sonuç karşısında şok geçirirler.
1940’ların sonuna doğru Amerika’da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor.
Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için. Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar. Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor.
AMERİKALILAR İSLAM’A GÖRE TEST YAPTI ŞOK OLDU
Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar. Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor. Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar.
Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.
Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücün de buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.



Nebe Sûresi 78/18.ayet-i kerime

“O gün sûra üfürülecek de hepiniz bölük-bölük geleceksiniz” (Âyet: 18).

— "Sonra Allah semâdan bir su İndirir de (ölü olan) sizler yeşil otun bitmesi gibi -kabirlerinizden- bitersiniz. İnsan bedeninden her-şey çürür, yalnız bir tek kemik parçası çürümez. O da kuyruk soku­mu kemiğidir. (‘Acbü’z-Zenb) Kıyamet günündeki (ikinci) yaratma, bu parçadan terkîb olunur" buyurdu. (Buhari, Tefsir, Nebe Sûresi (78), Hadis no: 4935.)








ACBÜ’Z-ZENB NEDİR? 
Kuyruk sokumu kemiği olarak bilinen acbü’z-zeneb, insansanın bedeni çürüyüp yok olsa bile çürümeyen tek parçasıdır. Hadis-i şerifte Allah Teâla’nın insanı yeniden yaratmasına acbü’z-zenebten başlayacağı bildirilmiştir.
ACBÜ’Z-ZENEB HAKKINDA HADİS-İ ŞERİF
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sûra iki üfleme arasında kırk vardır.” Ashâb-ı kirâm:
– Ebû Hüreyre! Kırk gün mü? diye sordular.
– Bir şey diyemem, dedi. Sahâbîler:
– Kırk yıl mı? diye sordular.
– Bir şey diyemem, dedi.
– Kırk ay mı? diye sordular.
– Bir şey diyemem, dedi. (Sonra hadisi şöyle tamamladı) “Sonra Allah Teâlâ gökten bir su indirir, herkes bitkiler gibi yeniden canlanır."

İnsan bedeninden her-şey çürür, yalnız bir tek kemik parçası çürümez. O da kuyruk soku­mu kemiğidir. (‘Acbü’z-Zenb) Kıyamet günündeki (ikinci) yaratma, bu parçadan terkîb olunur" buyurdu. Müslim, Fiten 28]

Açıklamalar
Hadisimizde yeniden diriliş konusunda çok önemli bir bilgi verilmektedir. Toprak, insanın bütün cesedini yiyip tüketecek, ama Efendimiz’in teşbihiyle, bir hardal tanesi gibi olan (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 28) ve dolayısıyla insan bedeninin çekirdeği sayılan acbü’z-zeneb denen kuyruk sokumu çürümeyecektir. Bazı hadislerden öğrendiğimize göre insan acbü’z-zenebden yaratılmıştır; tekrar ondan diriltilip hayat bulacaktır (Müslim, Fiten 142).
Kâinattaki her şeyin çürüyüp tükeneceğini, bu sebeple acbü’z-zenebin de çürüyüp yok olacağını söyleyen âlimler vardır. Onlara göre acbü’z-zeneb, uzun süre çürümeden durduğu ve en son çürüyen uzuv olduğu için hiç çürümeyeceğinden bahsedilmiştir.

Demek oluyor ki, İsrâfil aleyhisselâm’ın sûra üflemesiyle bu kâinatta var olan her şey yok olup gidecek, bazı rivayetlerde daha açık olarak belirtildiği üzere, kırk yıl sonra gökten bir nevi hayat suyu yağacak ve sûra ikinci defa üflenecek, bu sesi duyan bütün insanlar, bir hardal tanesini andıran kuyruk sokumu kemiğinden bitkiler gibi yeniden diriltileceklerdir.

Zümer Suresi, Ayet 68:
"Ve sûra üflenmiştir. Göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah'ın dilediği müstesna. Sonra ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır."

Ayetin Açıklaması:


Ayette geçen "sa'ika"fiili tefsirlerde çoğunlukla "korkudan düşüp ölecek"şeklinde yorumlanmıştır. (meselâ bk. Râzî, XXVII, 18; Şevkânî, IV, 544) 
Sûrun etkisinden istisna edilenlerin, Cebrail, Mikâİl ve Azrail isimli büyük melekler olduğu belirtilir; bazı rivayetlerde bunlara Rıdvan isimli melek ile Arş'ı taşıyanlar, cennet ve cehennemde bekçilik görevi yapanlar gibi başka melekler de ilave edilmiştir. (bk. Kurtubî, XV, 268-269; Şevkânî, IV, 544) (Bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: IV/550.)


Hadisi Şerifler
Yine Ebû Hüreyre (R.A.)'ın rivayetine göre, Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur:


«Melek Cebrail'e, 68. âyette «Allah'ın dilediğinden başka» sözünden maksat kimlerdir? diye sorduğumda, «onlar şehitlerdir...» diye cevap verdi.» (Ebû Ya'lâ/hadîs zayıftır.) (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 10/5278.)


Neml Suresi, Ayet 87– 89:

87. Sûr'a üfürüldüğü gün Allah'ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler.

88. Sen dağları görürsün de, yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.

89. Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.

İlgili Ayetin Açıklaması:

Sûr'a üfürüldüğü gün, büyük kıyamet!

SÛR, bazıları bunu "vâv" harfinin fethi ile "suver" gibi "suret" kelimesinin çoğulu, nefhi de suretlere ruh üflemek diye kabul etmişlerdir. Eğer böyle olsaydı zamirinde denilmesi gerekirdi. Halbuki diğer bir âyette "Sonra, ona bir daha üflenince"(Zümer, 39/68) diye müfred müzekker zamiri gönderildiğinden bu mânâ doğru olamaz. Bazıları da bunu temsilî kabul etmişler, ölülerin kabirlerinden mahşere çağırılışları halini bir orduyu harekete geçirmek için boru çalınması haline benzetmek suretiyle temsili istiare yapıldığını söylemişlerdir.

Tefsircilerin çoğuna göre ise bazı hadislerde rivayet edildiği üzere Sûr, büyük boru gibi bir şeydir ki, üç defa üfürülecektir:
Birincisi,"nefha-i feza',"yani dayanamama, korku üfürmesi.
İkincisi,"nefha-i saık"yani yok olma üfürmesi.
Üçüncüsü ise"nefha-i kıyam", yani kalkma üfürmesidir.
Ve buna memur olan melek İsrafil'dir. Bu âyette açıklandığı üzere birincisi olan nefha-i feza'da göklerde ve yerde kim varsa, yüce Allah'ın dilediklerinden başkası, hep dehşetten sarsılacak.

Zümer Sûresi'ndeki "Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzeri göklerde ve yerde, kim varsa düşüp ölmüş olacaktır." (Zümer, 39/68) âyeti gereğince ikinci olan nefha-i saık'ta ise Allah'ın dilediklerinden başka hepsi yıkılıp ölecek."Sonra ona bir defa daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakakalacaklar." (Zümer, 39/68) ve"Bir de ne göresin! Onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rabblerine giderler." (Yasin, 36/51) âyetleri gereğince üçüncüsü olan nefha-i kıyamda kabirlerinden kalkıp mahşere koşuşacaklardır.

Tirmizî'nin Ebu Saîd-i Hudrî (r.a) den rivayet edip hasen dediği hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v): "Nasıl zevk ve neşe içinde olurum, Sûr sahibi boruyu ağzına almış, ne zaman üfürmesi emredilecek diye izin bekliyor." buyurmuştu. Bu, ashabı kirama pek ağır geldi. O zaman Peygamber Efendimiz:

""Allah bize yeter, o ne güzel vekildir."(Âli İmran, 3/173) deyiniz" buyurdu.


FEZA: Korkunç bir şeyden insanda meydana gelen tutukluk ve ürkeklik, yani şiddetli korku ile sarsılıp belinlemek demektir. Ancak Allah'ın dilediği kimseler müstesna olarak korkudan emindirler. Bunların kim olduğu hakkında değişik sözler söylenmiş ise de kesin bir bilgi yoktur. En uygunu, bundan sonraki ikinci âyette "Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar." (Neml, 27/89) ifadesinin, bunun bir açıklaması şeklinde olmasıdır.


Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır. Her kim bir iyilikle gelirse ona ondan daha hayırlısı var, hem onlar o iyilikle gelenler o günkü bir feza'dan, yani o üfürülme günü veya tekrar dirilme günü dehşetli bir korkudan emin kalırlar. (bk. Elmalılı Tefsiri)


"Sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana göklerde olanlar da korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyun eğmiş olarak gelirler."
(en-Neml, 27/87) âyeti Sur'un varlığına bir delildir. Bunun dışında Hz. Peygamber (asm)'den nakledilen bazı hadisler onun mahiyetini ayrıntılı bir şekilde açıklar.

Ebû Ya'la el-Mavsıli'nin Müsned adlı hadis kitabında Ebû Hüreyre (r.a)'den nakledilen bir hadis-i şerif Sur'u açıklar: Ebû Hüreyre der ki: Bir gün Peygamber (s.a.s) bizimle oturuyor sohbet ediyordu. Etrafında sahabelerden büyük bir topluluk vardı. Bize şöyle dedi:"Yüce Allah gökleri yarattıktan sonra, Sur'u yarattı. Ve onu İsrâfil (a.s)'a verdi. İsrâfil ağzını Sur'a dayamış ve gözlerini de Arş'a dikmiştir. Sur'a üfürmesi için verilen emri beklemektedir." Ebû Hüreyre diyor ki; ben, "Ey Allah'ın Rasûlü Sur nedir?" diye sordum. O da,"Boynuza benzeyen bir alettir." diye cevap verdi. Ben yine,"O nasıl bir şeydir?" diye sordum. O da, "O, çok büyük bir şeydir. Beni hakkı tebliğ etmek üzere gönderen Yüce Allah'a yemin olsun ki, yerler ve gökler onun yanında küçük kalır. Hepsi onun içine sığabilir." diye cevap verdi... Bu hadisi şerif uzayıp gidiyor. Ayrıntısıyla her şeyi açıklıyor. Bu hadise göre:

Sur'a üfürülüş üç kez olacak. Birinci üfürüşte korku ve dehşetten bütün yaratıklar sarsılacak. İkinci üfürülüşte bütün kâinat alt üst olup, bütün canlılar ölecek. Allah yeni bir düzen (ahiret yurdu) kurup hesap günü gelince, üçüncü bir üfürülüşle bütün ölülerin ruhlan bedenlerine girerek yeniden dirilecekler. Ve ardından hesap, kitap, mizan, şefaat, sırat, Cennet, Cehennem... kıyamet olayları olacak.


Kur'ân-ı Kerim Sur'un üfürülüşü anında yaşanacak dehşeti, Tekvir, İnfitar, İnşikak ve daha başka sürelerde genişçe haber vermektedir:


"O gün güneş dürülür, yıldızlar kararıp dökülür, dağlar yürütülür, en değer verilen on aylık develer terkedilir, denizler kaynatılır" (et-Tekvir, 81/1-4,6);


"Gök yarılır, yıldızlar etrafa saçılır, denizler akıtılır" (el-İnfitar, 82/1-3);


"Gök yarılıp Rabbinin emrine boyun eğer, yer uzatılır, içinde olanları atıp tamamen boşalır ve Rabbine boyun eğer." (el-İnşikak, 83/1-4);"Büyük bir gürültü koparır, o gün insanlar ateş etrafında çırpınıp dökülen pervaneler gibi olur, dağlar atılmış renkli yüne benzer." (el-Karia, 101/1-5);


"Yer dehşetle sarsılır, ağırlıklarını dışarıya, çıkarır ve insan, "ne oluyor" diye korkusunu dile getirir"(ez-Zilzâl, 99/1-3);"O gün bir sarsıntı sarsar, peşinden bir diğeri gelir kalpler titrer, insanların gözleri yere döner ve "biz ufalmış kemik olduğumuz zaman eski halimize mi döneceğiz" (yoksa). O takdirde bu zararına bir dönüştür diye düşünecekler. Tek bir çığlıkla hepsi bir düzlüğe dökülecekler" (en-Nâziat, 79/6-14); "Surâ üfürüldüğü gün herkes bölük bölük gelecek, gökler kapı kapı açılacak, dağlar yürütülüp serap olacak" (en-Nebe; 78/18-20);"Yıldızların ışığı giderilecek, gök yarılacak, dağlar pamuk gibi atılacak" (el-Mürselât, 77/8-10); "Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman insan "kaçacak yer neresi" diyecek, ama sığınak yoktur o gün." (el-Kıyâmet, 75/7-11);"Arslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler" (el-Müddessir, 74/50-51); "Yer yüzü ve dağlar sarsılır, dağlar yumuşak kum yığını hâline gelir"(el-Müzzemmil, 73/14);


"Gökyüzü erimiş maden gibi olur, dağlar da atılmış pamuğa döner; hiçbir dost dostunu soramaz."(el-Meâric, 70/8-10);"Sarsıntıyı gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanlar adeta sarhoş gibidir. Onlar sarhoş değildir ama Allah'ın azabının şiddeti onları o hâle koyar." (el-Hac 22/1-2).


Ölü bedenlere ruhların verileceği üçüncü üfürülüş anında ise, "Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak, o çağırana koçarak kabirlerinden çıkarlar. Kafirler 'bu ne zorlu bir gün' derler." (el-Kamer, 51/8-9). "Kabirlerinden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, söz verilmiş olan gündür." (el-Mearic, 70/43-44).


Yukarıdaki hadis-i şerifte Hz. Peygamberimize (asm); Sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler" (en-Neml, 27/87) âyetindeki Âllah'ın diledikleri bir yana" kelamı ile kastedilen kişilerin kimler olduğu Ebu Hüreyre tarafından soruldu. Rasûlüllah cevaben:"Onlar şehidlerdir. Çünkü şehidler Yüce Allah'ın katında diridirler. Allah onları, kıyamet gününün dehşetinden, korku ve endişesinden korumuştur. O günün korku ve endişesi sadece inanmayan âsi ve günâhkâr kullar içindir" karşılığını verdi. Peygamberimiz daha sonra kıyâmet ve sur konusunda özetle şu bilgileri verdi:


"Bütün canlılar öldükten sonra ölüm meleği Azrâil Allah'ın huzuruna çıkar ve Ey Allah'ım, yaşamasını dilediğin kimselerden başka, yerde ve gökte canlı olarak yarayan bütün varlıklar öldü, der. Allah ise, geride kalanları herkesten daha iyi bildiği halde, ölüm meleğine "Geride canlı kalan kimse var mıdır?" diye sorar. Azrâil, Ey Allah'ım, ölmeyen ve daima diri olan Zât-ı Celâlin kaldı. Sen bâkisin ve dirisin. Bir de kalmasını dilediğin Arş'ı ayakta tutan melekler, Cebrâil, Mikâil ve ben kaldım " cevabını verir. Daha sonra Allah'ın emriyle geride kalan melekler de ölür, Azrâile dönen Yüce Allah Ey meleğim, sen de diğer yaratıklarım gibisin. Bütün yaratıklarım öldü, sana ihtiyaç kalmadı. Yaratan ve öldüren benim. Artık sen de öl" buyurur ve Azrâil de ölür. Sonra Yüce Allah "Bugün mülk kimindir?" diye seslenecek ama cevap verecek hiç bir canlı olmayacak; cevabı Allah kendisi verecektir. "Bugün mülk, tek ve herşeye gücü yeten Allah'ındır?"
Yüce Allah, yerleri ve gökleri değiştirecek, yeni bir âlem yaratacak, her yer dümdüz olacak. Allah'ın seslenmesiyle bütün varlıklar tekrar eski haline gelecek; yerin altındakiler altta, üstündekiler üstte olmak üzere dirilme anını bekleyecekler. Allah'ın emriyle gökler kırk gün yağmur yağdıracak, her taraf sularla kaplanacak. Ardından Allah cesetlere yeniden dirilmelerini emredecek. Cesetler bitkilerin yeşermesi gibi yerden çıkacak. Bu arada Cebrâil ve Mikâil de yeniden diriltilecek. Ardından Allah bütün ruhları çağıracak. O gün mü'min ruhlar ışık hâlinde, kâfirlerinki ise karanlık halde gelir. Allah bu ruhları Sur'a doldurup İsrafile emreder. İsrafil emri yerine getirir ve Sur'u üfler. Surdan çıkan ruhlar yerle gök arasını doldurur; ardından Allah, her ruhun kendi cesedine girmesini emreder. Ruhların cesetlere girmesinden sonra yer yarılır ve herkes kabrinden çıkıp ilâhî huzura doğru yürümeye başlar."Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak o çağırana kabirlerinden koşarak çıkarlar." (el-Kamer, 54/8).


Buna göre Sur, İsrâfil (a.s)'ın kıyâmet anında canların toptan öldürülmesi, kainatın düzeninin bozulması, ardından yeni bir âlemin kurulması ve nihâyet canlıların tekrar dirilmeleri için toplam üç kez üfleyeceği, mahiyetini bilmediğimiz, dünyadaki aletlere benzemeyen, ancak hadislerde boru diye tanımlanan bir âlettir. (bk. Fedakar KlZMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi)

Pazartesi Günü Sendromu, Pazartesinin İslamdaki değeri

$
0
0

Peygamberimiz (sav) Efendimiz pazartesi sabahı Duha vaktinde alemi şereflendirdiler. 
Mekke'den Mediye pazartesi günü hicret etmiştir. 
Medine'ye teşrifleri pazartesiye denk gelmiştir. 
Maide suresinin nüzulü pazartesi günüdür.
Miraca yükselmesi pazartesi günüdür.
Mekke'nin fethi pazartesi günüdür. 



Pazartesi iş başı yapıldığı ve erken yatılmadığı için haftaya bitkin bir şekilde başlarız. Psikolojimiz bozulur ve zamana karşı bir kötümserlik başlar. Pazartesi sendrom ya da başka isimlerle dinimizi dünyamızı suçlama gafletine düşeriz.  

Dengede tutturmak ve kaldıramayacağımız sorumlulukların altına girerek ahiretimizi unutmamız gerekiyor. 

Eskilerin bir deyimi var yeri gelmişken yazmadan edemeyeceğim..
Olma kazma gibi hep bana hep bana 
Olma kürek gibi hep sana hep sana
Ol testere gibi bir sana bir bana..

Bir düşünün bir çok sorunun cevabını kendimizde buluruz. 

Görüşmek üzere Allah'a emanet olun..

Hz. Amine'nin hamileliği ve Peygamberimizin (sav) Doğumu, Bebek Duaları

$
0
0

19.11.2018 saat:06:26 Sabaha kadar oturup yazdım okuyup öğrenin ve Allah Razı olsun diye dua etmeniz yeterli.. Allah cümlemizin Mevlid Kandilini mübarek eylesin..

Tevbe Suresi 128. ayeti kerimede..

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.
Gecelerin en yücesi bu gecedir. Kadir gecesinden bile yüksek ve âlâ bu gecedir. Zira bu gece olmasa, bu geceyi şereflendiren zat olmasa idi.. Ne arz, ne kürsi, ne levhi-mahfuz, ne de insan olmayacaktı. Her şey onun için var oldu. Onun Hak katındaki yerini gösteren, binlerce ayetten sadece biri, Duha suresi 1-2 ayette
Duha'ya yemin ederim..."
Dikkat edin; Ey Hz. Muhammed'i sevenler ! Bu yemin eden kim?
Yerin göğün haliki, her şeye Kadir olan Allah! Hangi Duha vaktine yemin ediyor biliyor musunuz? İşte bu gecenin Duha vakti ki..
Bu Duha vaktinde Habibi Muhammed (sav) dünyaya gelmiş alem onun vücudu ile nura gark olmuştur. İşte Allah-ü Teâlâ habibinin dünyaya geldiği Reğaip gecesinin sabahına yemin ediyor.

Sultan Amine (ra)Sevgili Peygamber Efendimiz (sav) ağrısız sızısız dünyaya getirdiğinde önemli hadiseler oldu;

1- Kisra'nın sarayının 14 burcu biranda yıkıldı.
2- Save gölü kurudu.
3- Mecusilerin (ateşe tapanların) bin yıldır hiç sönmeyen ateşleri söndü.
4- Taberiye Gölü'nün suları taştı.
5- Kâbe de bulunan putların hepsi yüz üstüne kapanmıştı lât, Uzzâ ve Menat denilen üç büyük put paramparça oldu.
6- Kâbe'nin duvarlarından ses gelip;
"Müjde! Bu gece cihanın güneşi doğdu, yakında bizi putlardan müşriklerden kurtaracak. Onun ümmeti bizi yalınayak tavaf edip Hakka kavuşacaklardır!" diye ilan olundu.
7- Alemler nura garg olmuş, kâhinlerin dili tutulmuştu.
8- Dağlar, taşlar, ağaçlar secde etmişti.

Bu gece ne olmuştu bütün müşrikler şaşırmışlardı. Allah'ın Habibi dünyaya geliyordu.
Hz. Amine (ra) diyor ki: Muhammedime hamile olduğumu anladığım zaman Receb ayı idi. Bir gece bulunduğum odaya ansızın bir zat girdi. Ben bu zatı hiç görmemiştim. Yüzü güzel cismi latif idi. ben korktum ürperdim. Benim kalbime nazar edip karnımdaki o masumu işaret etti.

"Esselamu aleyke Ya Ahmed! " diye selam verdi."

"Ya seyyidi siz kimsiniz?" dedim.

"Ben Adem Safiyyim. Sana müjdeye geldim. Ya Amine ! Allah'ın sevgilisine hamilesin!" dedi ve kayboldu.

İkinci ay Şaban ayı olduğunda yine bir gün ansızın, bir zat göründü. Nur içinde idi. Bana ve karnımdaki yavruma işaret edip;

"Esselamu aleyke ya gayetel-mahbub, Esselamu aleyke ya nihayetel-matlub! dediğinde ben korku ile ona;

"Siz kimsiniz? "deyince

"Korkma ya Amine! Ben Şit Nebiyyim sana müjdeye geldim Ya Amine ! Nebiyyi-cemil ve Rasüli-celile hamilesin. dedi ve kayboldu.

Hamileliğimin üçüncü ayında, yine bir gün ansızın içeri vakarlı ve nurlu bir zat girip, kalbime nazar edip;

"Esselamu aleyke ya müzemmilü, Esselamu aleyke ya müddessiru. diye selam verdi.
Ben ona hitaben,

"Ya Seyyidi, kimsin?" dediğinde

"Ben İdris peygamberim sana müjde olsun! Sen cümle peygamberlerin imamı olan nebiyyi-zişan aleyhi salavaturrahman hazretlerine hamile oldun." dedi ve kayboldu.

Dördüncü aydı. Bir gün ansızın esmer renkli güzel bakışlı yüzü nurlu, bir zati akdes bana göründü. Kalbime nazar edip, karnımda olan yavruma işaret etti;

"Esselamu aleyke ya Saffetel-halk" diye selam verdiğinde ben;

"Ya seyyidi kimsiniz?" dedim.

"Benden korkma! Ben Nuh Peygamberim (AS)dedi. Sana müjde ve beşerata geldim. Müjde olsu ya Amine! Seni Nebiyyil-Memduh, Sahıbul-Nasrı-vel Futuh olan Nebiyyi Zişana hamile olmakla tebşir ederim. " dedi.

Beşinci ay olduğunda.. Yine bir gün, hüsnü mükemmel yüzü münevver bir zat, bana görünüp kalbime nazar ederek hamlime işaret etti.

"Esselamu aleyke Zeynel Mürselin, Esselamu aleyke Ya Hatemen-Nebiyyin!" dedi. diye selam verdiğinde;

"Siz kimsiniz ? diye sordum"

O zatı-münevver "Ben Hud Peygamberim. Sana beşerat ve müjdeye gönderildim. Müjde ve beşerat olsun Ya Amine! Sen Nebiyyil-Mahmud, Sahibul-Keremi Velcud olan Allah'ın Habibine hamile oldun." dedi.

Altıncı ay olduğunda bana yine bir zatı nurani görünüp, sadrıma nazar etti. Karnımdaki yavruma işaret edip;

"Esselamu aleyke Ya Rasulallah, Esselamu aleyke Ya Habiballah! diye selam verdiğinde ben o zata;

"Siz kimsiniz?" diye sordum.

"Ben Halilullah İbrahim peygamberim sana tebşirata ve müjdeye gönderildim. Müjdeler olsun Ya Amine! Sen Nebiyyül-Celil Sahibi Vechul-cemil olan, peygamberin Ahir zamana hamilesin." dedi ve kayboldu.


Yedinci ayda yine bir hüsnü melih ve vechi sabih zat bana görünüp kalbime nazar, karnımdaki hamlime işaret ederek;

"Esselamu aleyke Ya Nebiyyallah, Esselamu aleyke Ya Safiyallah." deyip selam verdi. Ben kendisine kim olduğunu sorduğumda;

"Ben İsmail Nebiyyim, sana müjdeci gönderildim. Müjde olsun Ya Amine! Sen Nebiyyil-Melih, Sahibün-Nesebi, Sahih Vellisanül-Fasih Velkadrur-Recih olan bir peygambere hamilesin." deyip kayboldu.

Sekizinci ay olduğunda, yine bir zatı münevver göründü. Uzunca boylu yüzü nurlu idi. Benim kalbime nazar, karnımdaki yavruma işaret ederek,

"Esselamu aleyke Ya Habiballah-ul Gaffar, Esselamu aleyke Ya Rasulallah-il Cebbar" diye selam verdi.
Ben o zata kim olduğunu sorduğumda;

"Ben Musa peygamberim. Sana müjde ve beşerat olsun, Ya Amine! Sen şu Nebiyyillezi-Ünzile-Aleyhil-Kur'an ve Yukemmiluhürrahman Seyyidi Veledi Adnan olan peygamberi ahir zamana hamilesin" dedi ve kayboldu.

Dokuzuncu ay olduğunda bana bir zat göründü: Saftan elbisesi vardı.Yüzü nurlu idi. Kalbime nazar edip rahmimde olan masuma işaretle;

"Esselamu aleyke Ya Nebiyallah, Esselamu aleyke Ya Rasulallah, deyip selam verdi. Ben ona kim olduğunu sorduğumda;

"Ben Meryem oğlu İsa'yım. Mesih'im. Sana müjde ve beşerata gönderildim. Sana müjde ve beşerat olsun Ya Amine ! Sen Rahmetellilâlemîn olan Mahbubu Huda'ya hamilesin ve bu hamlini doğurma zamanı çok yaklaştı hazır ol." dedi ve kayboldu.

Hz. Amine Rasul-i Ekreme hamile olduğunda; o seneye kadar Mekke'de kıtlık vardı. Şiddetli bir rüzgar ortalığı kasıp kavuruyordu. Hak Teâlâ Onun hürmetine bereket verdi. Rüzgar durdu, yağmurlar yağdı, O seneye Fetih senesi dediler. Hamile kadınlar, hep erkek doğurdular. (Kız çocuğu doğarsa öldürülmesin diye Rabbimiz o sene tüm kadınlara erkek evlat vermiştir.)


Efendimizin doğumu yaklaşınca Abdulmuttalip oğlu Hz. Abdullah'ı yanına çağırdı.

"Evladım, senin doğacak olan bu mükerrem evladın, hakkında ben acaip bir rüya gördüm. Bütün ehli-kitap (Hristiyan-Yahudiler), bu sene ahir zaman peygamberinin zuhurunu haber veriyorlar. Bu peygamberin Arabi, Kureyşi ve Mekki olacağını bildiriyorlar. Bana rüyamda bir zat görünüp Abdullah'dan olacak ve Amine'den doğacak torununun ismini Muhammed koyacaksın, dedi. Bizim kavmimizde şimdiye kadar Muhammed isminde kimse yoktur. Zannedersem bu doğacak çocuk ahir zaman peygamberidir. Alametler bunu göstermektedir. Bütün Arap kavmi içinde ve belki bütün insanlar arasında da malumdur. Ehli kitap bu zatı akdesin dünyaya teşrifini beklemekte, hurma mevsimidir Medine'ye git hurma al. Onun teşrifi için ihtimam lazım. Hazırlıklı olmak lazım. Cenabı Abdullah Medine'ye hurma almaya gitti. Dönüşte ölüm erişti. Habibullah babadan yetim kaldı. Daha anasının karnında idi. Bütün melaike teessür edip ağladılar.

"Ey bizim Rabbimiz! Senin indinde cümle kuralların aziz, mükerrem, bütün alemleri onun hürmetine halk ettiğin Habib-i Ekremini ana karnında iken yetim etmenin sırrı hikmeti nedir? Ya Rabbena ! Bize bildir!" dediklerinde Hak Teâlâ buyurdu ki;

"Ey meleklerim! Babanın vazifesi evladını terbiye edip edeplendirmek eğitmek içindir. Benim Habibime Benden başka kimsenin terbiyesine gerek yoktur. Onu ben terbiye edip eğiteceğim. Onun muhafızı benim. Onu ben koruyacağım. Onun hafızı ve yardımcısı benim. Bundan başka her çocuk babasını baba diye yardım çağırıp imdat ve yardım istedikleri halde;
Habibim Muhammed
"Ya Rabbi!"
diye bana nida edip imdat istesin. Benden gayrısından yardım istemesin diye onu yetim bıraktım.
Resul Aleyhisselâtu vesselam efendimiz bir hadisi şeriflerinde:

"Muhakkak beni Allah terbiye etti ve en güzel terbiye ile.." buyurdu.

Hz.Abdullah vefat ettiğinde, bir sürü koyun beş deve, bir de emzikli Habeşi cariye ki ismi Ümmi-Eymen'di. Bütün kalan mirası bu kadardı.

Resul Aleyhisselâtu vesselam efendimiz dünyaya teşrif edince, bu Hz. Ümmi-Eymen adındaki cariyeden süt emmiş, bu kutlu cariyeye Habibi Ekremin süt anası şerefini almıştı. Sonra Halime hatun hazretlerinden süt emip ikinci süt annesi Halime hatun olmuştur. 

Hz. Amine (ra) buyuruyorlar ki: 


"Ben Muhammedime hamile iken diğer hamile kadınların gördüğü elemleri görmedim. Hamile olduğumu anladığım zaman karnımdan daima güzel kokular gelir ve gece olduğunda zikir, teşbih sesleri duyardım. Bana yerlerden ve göklerden bir takım sesler gelip (Ya Amine müjde sana sen hayrel beşere hamilesin.) derlerdi. Vakta ki yavrum karnımda altı aylık oldu. Rüyamda bana bir zat gelip;

"Ya Amine! Sen cümle alemlerin en hayırlısına hamilesin. hamlini doğurduğun zaman, adını Muhammed tesmiye eyle. diye tembih eyledi." diyor. 

İbn-i Abbas (ra)'tan rivayet olundu ki ;


"Semadan melekler nazil olup Hz. Amine'nin etrafını sardılar. Sultan Amine'yi ortaya aldılar. Ta ki ona hiç bir zarar erişmeye... O meleklerden bir melek nida eyleyip dede ki:

"Ya Amine ! Ben sana karnında olan veledi(çocuğu) hayır ve bereketle müjdelerim. Zira o evladı mükerrem cümle Rasullerin seyyidi ve imamıdır. Allah-ü Teâlâ'nın Evveli ve Ahirinin üzerine hüccettir. Bu masum doğduğunda, bu dua ile onu yaratana sığındır.

Bismillahirrahmanirrahim.

Bismillahi estevdi uke uızzü bil vahidi min şerri külli haasidiv ve gaaimiv ve gaaıdin anissebili haaidün alel fesadi caahidun fe külli halkın fasidim min nafizin ev aafiziv ve külli cinnimmaridiy yeehuzu bilmeraası di fi darii gılmevaarıdi laa ye zurrunehü velaa yedaünehüfi yegazativ velaa me naamivvezaane velaa megaa miyyedüllahi fevga eydiihim ve hicabillahi düüne aadetihim.

İşte bu duayı çocuğun üstüne oku, dedi. Hz. Amine ben uyandığımda bu duayı başucumda gümüş bir sahife üzerinde yazılı buldum." diyorlar.  


İslam alimleri bu duayı hangi sabiye yazıp üzerine assalar cümle afattan korunmuş emin olur buyurmuşlardır. 


Peygamberimiz (sav) Efendimiz pazartesi sabahı Duha vaktinde alemi şereflendirdiler. 

Mekke'den Mediye pazartesi günü hicret etmiştir. 
Medine'ye teşrifleri pazartesiye denk gelmiştir. 
Maide suresinin nüzulü pazartesi günüdür.
Miraca yükselmesi pazartesi günüdür.
Mekke'nin fethi pazartesi günüdür. 

Peygamberimiz (sav) Rebiülevvel ayının 12.günü ve pazartesi duha vaktinde doğmuştur. Bu ay yağan yağmurların mübarek ve şifalı olmasına sebeptir. Peygamberimizin doğduğu gece kabe ikiye ayrıldığı için Kureyş çok korkmuşlar ve türlü türlü yorumlar yapmışlar. Kimisi Hz. Amine'nin babası vefat ettiği için ki Arabın sayılı kişilerindendi. Efendimiz doğduğunda onun vefat haberi Mekke'ye yayılmıştı.


Kureyş bunu tartışırken Kâbe'nin içinden işittikleri bir seda;

"Ey cemaati Kureyş ! Kâbe bir kimsenin ölümüne sebep yapılmadı. Lakin dünyanın nuru, ahiretin şerefi, Muhammed bin Abdullah ana karnından dünyaya gelmek üzeredir. İşte bu şereften ikiye bölündüm." diye seda işittiler. 
Allah-ü Azimüşşan meleklerine;
"Habibimin doğduğu gecenin sabahı göklerin bütün kapılarını açınız. Cenneti süsleyiniz. Cennetin bütün deracatlarını ve kapılarını açınız gösteriniz." Ferman eyledi. 

O gün güneş daha bir parlaktı. 

Hazreti Amine diyor ki: 
"Muhammedimi doğurmak üzereydim. Yanımda erkek kadın kimse yoktu. Kayınpederim Abdulmuttalip Kâbe'yi tavafa gitmişti. Acaip bir şey bana göründü. Bir seda işittim ve korktum. Bir beyaz kuş zuhur edip benim göğsümü sıvadı, korku benden gitti. Bir elem-keder kalmadı. Bana bir kase beyaz şerbet içiridiler. Kalbim pür nur oldu, uzun boylu gayet güzel bir takım kızlar gördüm. Mekke halkından değildiler. Etrafımı sardılar ben içimden;

"Evde kimse yoktu bunlar nereden geldi? diye düşünürken onlardan biri bana; 


"Ben Hz. İbrahim'in ailesi Sara'yım" diğeri tebessüm edip; "Ben Hz. İsa'nın annesi Meryem'im" Diğeri bana sevgi gösterip;


"Ben Firavun'un ailesi olup Hz. Musa'ya iman eden Asiye'yim. Bunlarda cennet hurileridir." dediler. 


"Teşrif edecek olan Nebiyyi-Mükerreme saygı göstermek ağırlamak, onu karşılamak için geldik." dediler. Her an ve her anda evvelkinden daha ziyade ve şiddetli sadalar gürültüler duyardım. Lakin bende korku kalmamıştı. Gökten yere kadar bir beyaz ipek perde indirildi. Beni bu muazzam perde ile cinlerden setrettiler. Bölük bölük kuşlar geldi gagaları yeşil zümrütten ve kanatları yakuttan idi. Bana yaklaştılar, ta göğsüme gagaları ile kanatları ile dokundular. Sanki beni öpüyorlardı. Sonra etrafımda tavaf ediyorlardı. Hak Teâla gözümden perdeyi kaldırdı. Bütün alemi bana gösterdi. Dünyanın şarkı ve garbını (doğusu-batısı) gördüm. 


Üç sancak şerif getirdiler. O sancaklardan birini doğuya birini batıya diğerini de Kâbe'nin üstüne diktiler. Semada âdemler gördüm(insanlar).  Ellerinde cevahirden leğen ibrikler ve altın taslar olduğu halde boşlukta hareket ediyorlardı. O anda Muhammed'im zahmetsiz ve meşakkatsiz doğdu. 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali Muhammad ve sahbihi ve sellim."                 

Baktım gözleri sürmeli, göbeği kesik ve sünnetli. Beyaz bir örtüye sarılmış mübarek başını yere, secdeye koymuş ve mübarek sağ elinin şehadet parmağını kaldırmış Hak celle alâya kendisini alçaltarak yalvarıyor eğilip dinledim. O küçücük ağzı ile 
"Eşhedü ellailahe illallah ve enni resulillah. Allah-ü ekber-kebirâ vel-hamdü-lillahi-kesiyrâ fe subhannallahi bükratevve esilâ. Allahümme ümmeti! ümmeti! ümmeti!" diye yaratanına kendini alçaltarak dua ve yalvarıyordu. 

Peygamber (sav) efendimizin halası Hz. safiye şöyle anlatıyor. 


"Ben o gece Hz. Amine'nin odasına girdiğimde henüz doğum yapmıştı ki, bir nur zahir oldu.(göründü) Odayı pür nur etti. Altı alamete delile şahit oldum. 


1- Doğduğu saat hemen secdeye kapandı. 


2- Başını kaldırıp açık ve güzel bir lisanla "La ilahe illallah ve enni rasulillah." dedi. 


3- Büyük azim bir nur göründü.


4- Ben onu yıkamak istediğimde bir ses bana "Ya Safiyye! Zahmet çekme biz onu yuumuş pak etmişizdir. (Yıkadık pakladık) dedi.


5- Sünnetli ve göbeği kesik idi. 


6- Beze sarmak istediğimde ipek bir kumaşa sarılmış ve arkasında bir mühür gördüm. (Tebah bahya Muhammed. Ente haysurun tevecceh haysü şi'te inneke mensurun La ilahe illallah Muhammed Rasulullah) yazılı idi. Çünkü; secde etti; dudaklarının oynadığını gördüm. ben dahi kulağımı mübarek ağzına tuttum. (Ümmeti ! Ümmeti!) Rabbine dua ediyordu. 


Ey müminler! Bir tefekkür edelim. Anasından doğduğu andan itibaren bizi Hak Teâlâ'dan isteyen Resul-i Ekrem efendimize, evlatlarına ezvacına (hanımlarına) ashabına, ensarına ve ahbabına bol salât ve selam okuyup onu her şeyimizden fazla sevmedikçe, imanımız kâmil bir iman olmaz. Şeriatına sünnetine tabi olmamız gerekmez mi? 


Sevgili Peygamberimizin anneleri Amine hatun rivayet ediyorlar ki:


"Oğlum Muhammedi doğurduğum vakit, hemen secdeye varıp "Ya Rab! Ümmetim ümmetim !" Niyazını yapmakta iken semadan bir beyaz bulut bana doğru indi. Ve bulutun içerisinden at kişnemesi benzeyen sesler geliyordu. O bulut Muhammedimi bürüdü ve gözümden kayboldu. 


Bir münadi;


"Muhammed (as) bütün şarkı (doğuyu) ve garbı (batıyı) gezdirip tavaf ettirin deryalara ummanlara denizlere ithal ettirin (daldırın ki bütün yerler ve denizlerde olan mahlukat teşriflerini duysunlar. Şeklini şemâilini ve vasfını bilsinler. Doğumundan haberleri olsunlar. Bütün dünyada şirk küfür isyan edenleri korkutucu uyarıcı ve bütün iman ihlas ve itaat ehline de müjdeci geldi." diye nida ediyorlardı. 


Bir an geçtikten sonra ol bulut açıldı. Oğlum Muhamed'imin bir yeşil ipek örtüye sarılmış, üzerinden su damladığını gördüm. Ansızın bir ses işittim ki:


"Bak! Bak.. Muhammed (as) bütün dünyayı, doğudan batıya kadar gezdi. Bütün dünya ehli ona muti ve aşık oldu. Dini cümle dinler üzerine galip olur." dedi. bu sözleri duyduktan sonra oğlum Muhammed'e baktım. Mübarek yüzü ayın on dördü gibi nur olmuş, kendisinden misk ve güzel kokular geliyordu. Onu cennet kokularıyla kokulamışlardı. Üç güzel kişi zuhur etti. Bu üç kişinin kanatları vardı. Birisinin elinde altından ibrik, diğerinin elinde yeşil zümrütten bir leğen ve üçüncüsünün elinde beyaz bir kumaş vardı. o ipek kumaşı açtı. İçinden bir mühür çıkardı. O mühüre bakanların gözleri kamaşırdı. Muhammed (as) ol ibrikten dökülen cennet suyu ile o zümrüt leğende yedi kere yıkadılar. O nurlu mühür ile iki küreği arasına mühürlediler. ol mühürü şerifi o ipeğe sardılar sonra o üç zattan birisi oğlum Muhammed (as) kanadı altına aldı, bir miktar tuttu ve sonra bana verdi. O ipek kumaşı elinde tutan melek Muhammed (as)'ın kulağına gizli, bir çok sözler söyledi ve iki gözünün arasını öptü ve 


"Tûba leke Yâ Muhammed! Sen bütün kalplerde heybetli ve hürmetli oldun. Sana ve senin ümmetine nusret (yardım)verildi. Şark ve garp senin ümmetine fetih olundu. Denizlerde cezireler, kaleler ve beldelerin anahtarları senin ümmetine bahş oldu !" dedi. 


İbni Abbas (ra) diyor ki: 


"Peygamberimizin (Sav) doğduğu o mübarek gecede Kâbe'de olan bütün putlar yüz üstü düştü ve kırıldı. Hatıftan bir seda peyda olup Kureyş'teki putperest müşriklere helak ve azap olsun. Bu akşam muhakkak sadıkıl-vadül emin olan Nebiyyi Zişan hazretleri geldi. Lattı Uzza ve diğer putların cümlesi helak oldu. İblis hapis oldu ve cennet türlü türlü ziynetle süslendi." diyordu. O gece Kâbe'de bulunan kandiller kendiliğinden yandı ve cenneti aliyatta olan huriler melekler birbirlerine müjde edip Rasulün büyüklüğünü müjdelediler. Yeryüzünde insanlar ve cinniler diğer bütün mahlukatta birbirine müjdelediler. 


" Hak Teâla seni daima mesrur eylesin Ya Muhammed !.. Allahu- Azümüşşan, senden daha üstün bir kul yaratmadı. Melekler senin doğumuna sevindiği gibi hiç bir kulun doğumuna ferahlanmadılar." diye nida olundu. Bütün deryalardaki mahlukat peygamberi birbirine müjdelediler. Efendimizin dedesi olan Hz. Abdül-Muttalip Kâbe'de idi. Amine hazretleri bir haber gönderip:


"Bir erkek torunu oldu. Gelsin torununu görsün." diye davet ettiğinde hz. Abdul-Muttalip geldi ve dedi ki: 


"Ben Kâbe'de idim. Kâbe-i Mükerreme'nin duvarları titreyip ferahlarından birbirlerine seslendiler:


"Bizi putlardan temizleyecek olan Nebiyyi âhir zaman doğdu ve cihana teşrif eyledi." ben bu sözleri Kâbe'nin duvarlarından duyduğumda, taaccüp eyledim ve bildim ki, senin doğurduğun bu mübarek evladımın şanı pek büyüktür." dedi. Sonra "Oğlum Muhammed'ime, şevkat nazarı ile baktım ve Allah'a hamdü senalar olsun. Bana böyle kadri yüce, şerefi âli bir torun ihsan eyledi." dedi. 


Efendimizin (sav) vücudu şeriflerinden çıkan o güzel koku bütün Mekke şehrini miski amber dolmuş gibi kokutmuştu.

Efendimizin amcası Ebu Leheb uyuyordu. Yüksek sedalarla uyandı. Evinin içi miski amber dolmuştu. Cariyesi Süveybe'ye hitaben: " Bu sedalar nedir? Bu miski amber kokuları nereden geliyor? Öğren bana haber ver." dedi. 
Süheybe evden dışarı çıktı. Sedaların ve müjdelerin ne olduğunu öğrenip Ebu Leheb'in yanına döndü ve : 
"Ya Eba Leheb! Müjde size olsun! Kardeşiniz Abdullah'ın bir oğlu oldu. Bu güzel kokular o doğan muhterem yavrunun vücudu şeriflerinin kokusudur. Bu sedalar yer ile gök arasında olan mahlukatın müjde ve tebşirat sedasıdır." 

Eba Leheb cariyenin bu sözlerinden sevinip cariyeye hitaben:


"Ya Süveybe! Bana bu müjdeyi verdin, bende seni azad eyledim." dedi. Süveybe emzikli idi. "Kardeşimin oğluna git, meme ver." diye emretti. 


Hz. Amine peygamberimizi sadece yedi gün emzirdi. Yedi günden sonra efendimiz diğer süt annesi Halime efendimize süt verinceye kadar Süveybe hatun emzirmiştir. 


Abbâs -radıyallâhu anh- şunları anlatır:
Kardeşim Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm. Kötü bir hâlde idi:

“Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum. Ebû Leheb:

“Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için Pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün baş parmağımla işâret parmağım arasındaki küçük bir delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, Kâhire 1993, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108, 125.)

İbn-i Cezerî şöyle der:

“Ebû Leheb gibi bir Peygamber düşmanı, Allah Rasûlü’nün doğduğu gün sırf kavmî hislerle gösterdiği sürûr sebebiyle cehennemde azâbı hafifletilirse, Peygamber Efendimiz’in doğduğu geceye hürmet gösterip Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi aşkına gönlünü ve sofrasını açan bir mü’minin Hak katında ne tür lutuf ve keremlere nâil olacağını bir düşünmek îcâb eder!.. 

Yapılması gereken, Allah Rasûlü’nün doğdukları ayda bol bol mânevî sohbetler yapıp feyz tâzelemek, mübârek ayın rûhâniyetinden istifâde edebilmek için ümmete ziyâfetler vermek, fakir, garip, yetim, çâresiz ve kimsesizlere her türlü iyiliği yaparak mahzûn gönülleri şâd etmek, onları sadakalarla sevindirmek ve Kur’ân okuyup okutmaktır…”

                              



Emine Kaya..
                             
Kaynak Muzaffer Ozak hz. İrşad kitabı.. Mevlidin fazileti bölümü...




       





HASTALARI AYAĞA KALDIRAN PEYGAMBERİMİZ'İN (aleyhisselam)ÇORBASI..

$
0
0

🍲🥣🍲🥣🍲🥣🍲🥣🍲🥣🍲🥣

HASTALARI AYAĞA KALDIRAN
PEYGAMBERİMİZ'İN (aleyhisselam)ÇORBASI..

🍲🥣🍲🥣🍲🥣🍲🥣🍲🥣🍲🥣

TELBİNE ÇORBASI

Size Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu ve Selam'ın unutulmuş bir sünneti olan Telbine çorbası'ndan bahsedeceğim.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) “Telbineye önem veriniz, hastaya onu yediriniz” buyurmuşlardır.

Yine Aişe (radıyallahu anha)  validemizden rivayetle ;

“Bu çorba üzüntü ve kederli olan kimsenin gönlünü kuvvetlendirir. Sizden birinin yüzündeki kiri su ile yıkayıp temizlediği gibi bu çorba da hastanın gönlünden elem ve kederi giderir”.

Başka bir hadisi şerifte "Karnı yıkar." buyruluyor.

Dikkat ederseniz ilk hadiste emir var ..
"Telbineye önem veriniz!"
"Hastalarınıza ondan yediriniz!".

Görüldüğü üzere hastalık da belirtilmemiş. Hastalık ne olursa olsun Efendimiz Aleyhisselatu ve Selam'ın emri telbine çorbası.

Telbine çorbası çözünür ve çözünmez lif barındırdığı için hem sindirimi kolay hemde boşaltımı kolaydır. B vitaminini kompleks olarak barındırır.
Ayrıca selenyum magnezyum fosfor çinko bakır demir kalsiyum ve birçok elementi bol miktarda barındırır.

Şöyle dersem içeriğini özetlemiş olurum:

Dünyada içeriği en zengin gıda arpadır.
Bağışıklık Sistemini kuvvetlendirir. Mutluluk hormonunun salgılamasını sağladığı için hastaların moralini yükseltir.. Kalbindeki elem ve kederi atar.
Hastaların güçlerini toparlamalarına sebep olur.

İddia ediyorum üç gün üst üste yiyin ne demek istediğimi anlarsınız. İnsanlar size "ARPASI FAZLA GELMİŞ" der. O derece yani.

Fahri Kâinat Efendimiz Seyyidimiz Serverimiz Alemlerin Sultanı Hazreti Resulullah Efendimiz Aleyhisselatu ve Selam tavsiye edecek de faydası olmayacak bu mümkün mü?  Maddi Manevi Faydasını saymakla bitiremeyiz.

Gelelim tarifine:

MALZEMELER:

🍚 Arpa Unu (1 su bardağı)
🥛 Süt ( 6 su bardağı)
🍵 Zeytinyağı ( Yarım su bardağı)
🍯 Bal ( Az miktarda)

YAPILIŞI:

1 Bardak kepekli arpa unu 6 bardak süt yarım bardak zeytinyağı. Bunları bir tencerede iyice çırpın. Ocağa koyun kısık ateşte karıştırarak pişirmeye başlayın. İyice pişince bal ekleyin ,bal yoksa pekmez o da yoksa şeker ilave edin. Telbine çorbanız servise hazır.

Şeker hastaları baharatlısını yapabilir.

Afiyet olsun.

Hacamatçılar, hacamat sonrası hastalarına mutlaka önermeliler.
Bir de tüm Müslüman kardeşlerimden ricam; unutulmuş bir Sünneti Seniyedir.Canlandıralım inşallah.

Edep

$
0
0


Ne kadar güzel adetler bunlar bir hadisi şerifte şöyle buyurdu Sevgili Peygamber (sav) "ibadet cennete, edep Allah'a götürür."
Osmanlıda edebin zirvesini yaşamışlar şu güzel adetlere bir bakar mısınız!


Pencerenin önünde sarı çiçek varsa;
'Bu evde hasta var .. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma.. ' anlamına gelirdi ..


Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa;
'Bu evde gelinlik çağına gelmiş , bekar kız var .. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme.. ' anlamına geliyordu ..


Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz kılıp kullandığını anlamak için pantolonunun
'diz izine ' bakılırdı ..

Kahvenin yanında su gelirdi;
Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı .. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya meyva ikram edilirdi..

Kapıların üstünde iki tokmak olurdu.. Biri kalın biri ince .. Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu .. Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı .. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu.. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da Bi mahremi ( kocası vs .. ) açardı ..

Peygamber efendimiz ( S.A.V. ) ' in 63 yaşında vefatından sebep, 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda ' Haddi aştık ' derlerdi ..

Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi ..

Cuma namazına esnaf - ki kuyumcular da dahil - kapıya kilit vurmadan giderlerdi ..

Fitre zekat Ramazandan önce Şabanda verilirdi .. Fakir fukara Ramazana erzaksız girmesin diye ..

Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin ' borç defterini ' kapatırdı ..

Beyler , konuştukları veya gözleri kaydıkları hanımlarla buluşmaya gidince hediye olarak ' ayna ' alırdı .. Ki bunun anlamı : ' Sana senden daha güzel verebilecek bir hediye yok .. ' demekti ..

Lokman Hekim'in de dediği gibi
"-Edebi edepsizlerden öğrendim. Şöyle ki, onlar insanların hoşuna gitmeyecek bir şey yaptıklarında ben onlar gibi yapmamaya çalıştım."

Yani bizler o kadar edepsizlerin içinde yaşıyoruz ama hala edepli olmayı öğrenemedik..

Allah'ım edepte bir model olacak kadar mükemmel olmayı nasip etsin.. amiin..


EL GUNYETÜ LİTABİY TARİYK'İL-HAKKI AZZE VE CELL.(Aziz celil Hakkı Arayanların Kitabı), GUNYETÜ'T TALİBİN yazılış sebebi

$
0
0


ÖNSÖZ

Allah'a hamd olsun; verdiği bütün nimetlerine şükürler olsun.
Salat ve selam Allah'ın Rasülüne… Zira o Allah'ın göderdiği peygamberlerin efendisidir.
Salat ve selam dileğimizi, o büyük peygamberin tüm yakınları ve sevdikleri için tekrarlarız.

Gavs-ü Azam'ımız, Arap ve diğer milletlerin güveni, insin ve cinnin aydınlığı, doğunun ve batının kutbu, İslam yolunacanlılık getiren; Ebu Muhammed Abdulkadir Geylani Hasan Hüseyni Allah üstün sırrının kudsiyetini arttırsın, gönül yolunun üstünlüğünü bilip gidenlere uğur ve bereket feyizlerini yağdırsın ÖNSÖZÜNE şöyle başladı:

Allah'a hamd olsun.
Her kitaba,onun hamdi ile başlanır. Her söz, onu anmakla dile gelir.
Mükafat ve sevap yurdu ahirette; nimete ehil, olanlar Allah'a hamd ile nimet bulurlar.
Allah adı her derde devadır; her keder ve bela Allah adı ile gider. Yalvarıp yakaran eller, ancak Allah'a açılır. Hem darlıkta, hem genişlikte; hem gizlide hem açıkta...
Dilek sözleri, dillerin değişik olması ile ne kadar çok olursa olsun, tümünü Allah duyar; anlar ve bilir. Darda kalan, hangi dilde dua etse, yardımına gelir.
Mana üstteki gibi olunca; Allah'a hamd etmek pek yerinde ve pek uygun kulluk icabı olur.
Verdiği nimetlerine, karşılıksız ihsanlarına sonsuz şükürler olsun. Özellikle iyi doğru yolu bildirip delillerini açık açık anlattığı için...
Allah'ın salavatı (hayrı bereketi,uğuru rahmeti,selameti) pek temiz göderdiği elçisine...
O elçiye ki: Sapıklıktan onunla çıkılır.

O elçinin adı :M U H A M M E D'dir. Ona tekrar tekrar salatlar, selamlar. Yakınlarına, ashabına; peygamber kardeşlerine, mukarreb meleklere de salat ve selam olsun. Hem de tüm ayrıntılı manaları ile, eksiksiz olarak...

Şimdi söze başlayabilirim. Şöyle ki :
Yerinde ve doğru bir iş olacağı babında, arkadaşlarımdan bazılarının iyi düşünceleri vardı; özellikle bu eserin yazılması için.
Bunun üzerinde ısrarla durdular ve beni bırakmadılar.

Onların bu ısrarı ve zorlaması üzerine Allah'a sığındım.
Şunun için ki :
Sözlerde ve işlerde koruyucu Allah'dır. Gönüldeki gizlileri, edilen nimetleri bilir. Yapılması niyet edilen işin kolay gelmesi için nimet faziletini ihsan eder.
Kalplerin gösterişten, iki yüzlü görünmesindentemiz olması için Aziz Celil Allah'a sığınırım. Kötülüklerin iyilikler haline gelmesini O'ndan dilerim.
Yüce Allah günahları ve hataları bağışlar; kullardan gelen tevbeli dönüşü kabul buyurur.

Sonradan, onların arzu ettikleri şeyde doğru olduklarını gördüm. Şeriat edeplerini, haklı olarak bilmeyi istiyorlardı. Özet olarak, bilmek istedikleri şu konulardı.:

a)Allah'ın emri olan farzlar.
b)Resulullah yolu olan sünnetler.
c)İslam dinini emirleri.
d)Ayetlerin ve işaretlerin gösterdiği yoldan Aziz Celil Yaratıcı'yı bilmek.
e)Kur'an Ayetleri Resulullah'ın S.A. Hadisi şerifleri ile öğüt almak ki bunlar eserde geçecek meclislerde görülecektir.
f)Salih (yararlı)zatların hallerini,yollarını bilmek. Bunlar da eserin değişik yerlerinde, sırası geldikçe anlatılacaktır.
Bu gibi işleri anlatmak, Allah yoluna girenlere bir yardım olur. Aziz Celil Allah'ın emrini tutmakta, yasaklarından kaçınmakta faydalıdır.

İşte, benden istenenler, özet olarak bunlardı. Yukarıda da anlattığım gibi;o nların doğru niyetlerini anlayınca, bu eserin yazılması, gizli yoldan gönlüme düştü.
Onlara:
-Olur.
cevabını verdim, hemen hazırlandım.
Bu eseri hazırlarken; öbür alemin hesap verme gününde, bir kurtuluş sebebi olması dileği ile sevabını Allah'tan beklerim.
Başarıyı Rabbül'erbab'dan dilerim. Doğruyu gönüle getiren odur.
Bu esere şu adı verdim:
EL GUNYETÜ LİTABİY TARİYK'İL-HAKKI AZZE VE CELL.(Aziz celil Hak Yolcularına Faydalı Kitap.)
Arapça Aslından Çeviren
Abdulkadir AKÇİÇEK
 Site Yazarı:Emine Kaya

İslam dinine girmek isteyenin yapması gereken işler, GUNYET'ÜT TALİBİN'den

$
0
0

1.BÖLÜM


KONUSU: İslam dinine girmek isteyenin yapması gereken işler..


Esere, böyle başlıyoruz. Yani: İslam dinine girmek isteyenin yapması gerekli işleri anlatmakla.
Dinimiz İslama yeni girmek isteyene, öncelikle şehadet cümlesini söylemek gerektir. Şehadet cümlesi şudur:

أشهد أن لا إله إلاَّ الله و أشهد أن محمد رسول الله


-Eşhedü ella ilahe illallah ve eşhedü enne MuhammedürRasulullah


Bu cümleyi, açık birdille söylemeli ve İslam dininden başka tüm dinlerden ayrılıp uzak
durduğunu anlatmalıdır.

Kalben dahi, Yüce Allah'ın varlığına ve birliğine inanmalıdır. Bunun ayrıntılarını ileride anlatacağız inşaallah...

Allah katında makbul sayılan İslam dinidir. Bunun için, Allah-ü Teala şöyle buyurdu:

إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ

-"Gerçek din, Allah katında İslamdır." (3/19)

Diğer Ayet-i kerimede ise, Allah-ü Teala şöyle buyurdu:

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ


-"İslamdan başka bir din isteyen kimseden amel ve ibadet olarak hiç bir şey kabul edilmez." (3/85)
Bir kimse, üstte anlatıldığı gibi, şehadet cümlesini söyledikten sonra, İslam dinine girmiş olur.

İslam dinine giren kimsenin öldürülmesi

Çocuklarının esir edilmesi, malını yağma etmek haramdır.
Ve onun Aziz Celil Allah'a karşı geçmişte yaptığı taşkın hareketleri bağışlanır. Bu manada gelen Ayet-i Kerime şöyledir:

قُلْ لِلَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَ

-"Kafirlere şunu anlat: Yaptıkları yaramaz işleri bırakırlarsa, geçmişte işlemiş oldukları günahları bağışlanır."(8/38)
Resulullah S.A. Efendimiz şöyle buyurdu:
-"İnsanlarla çarpışma emri aldım. Taa, tevhid cümlesi: LA İLAHE İLLALLAH, diyecekleri zamana kadar. Onu dedikleri zaman kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak alınması hak olan (zekat)hariç hesabını da Allah'a verirler."

Resulullah S.A. Efendimizin, bir başka hadisi şerifinde ise şöyle buyurdu:
-"İslam kendisinden önceki işleri siler atar."

İslam dinine yeni giren kimse, daha sonra gusül edip boy abdesti alır. Bunu yapmak ona vacip olur.
Resulüllah S.A efendimizden gelen bir rivayete göre: Semame b.Esal, Kays b.Asım İslam dinine girdikleri zaman, her ikisine de boy abdesti almaları için emir vermiştir.
Bir başka rivayette ise, Resulullah S.A. Efendimiz şöyle buyurmuştur:
-"Küfür kıllarını alıp kendini temizle; sonra boy abdesti al."
Burada anlatılan kıllardan murat: Saç tıraşı olmak, koltuk altı kıllarını almak ve etek tıraşı olmaktır.
İslam dinine giren kimseye, bundan sonra namaz kılmak gerekli olur. Zira
iman söz ve amelden ibarettir. Söz bir davadır; amel ise onun şahididir. Söz surettir; amel ise onun ruhudur.
Namaz kılmanın, namaza başlamadan evvel, yapılması gereken bazı şartları vardır; bunları sırasıyla anlatacağız. Şöyle ki:

1-Temiz su ile temizlenip abdest almak, su bulunmaz ise, teyemmüm etmek.

2-Temiz bir elbise ile örtünmek.

3-Temiz bir yerde durmak.

4-Kıbleye yönelmek.

5-Niyet etmek.

6-Vaktin girmesi.

Şimdi bu altı şartı ayrıntıları ile anlatacağız:

1-Temizlik (Abdest almak, yıkanmak): Bu temizlik işinin hem farzları hem sünnetleri vardır.
Mezhebin Zahiri emrine göre temizliğin farzları on tane olup sırası ile şunlardır:

a) Niyet
Abdest almak veya gusul etmek suretiyle temizlenmek isteyen kimse, bu işi yaparken üzerinden daha ziyade manevi kirin gitmesini niyete alacaktır.
Şayet suyu bulamaz da teyemmüm edecek olursa o zaman, namazın mubah olmasını niyete alacaktır. Zira teyemmüm abdestsizliği ve gusulsüzlüğü tamamen gidermez.
Niyetin yeri kalptir. Şayet yapacağı işin niyetini kalpten yaptıktan sonra, dille de söyler ise, daha faziletlisini yapmış olur. Yalnız kalben itikat ederse de, dille bir şey demez ise bu da yeterlidir.

b) Besmele..
Sonra Allah'ın adını anar.Yani:

-Bismillahirrahmanirrahim 
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile)

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ

der. Bu besmeleyi, temizlik için suyu almak istediği zaman okur.

c) Mazmaza..
Mazmazanın manası şudur: Ağıza su alıp çalkaladıktan sonra çıkarmak.

d) İstinşak..
Bunun manası da şudur: Burun deliklerine su çektikten sonra, hafif nefes vermek suretiyle o suyu oradan çıkarmak.
(Buruna su alırken, oruçlu olan boğazına su kaçırmamaya dikkat etmelidir.)

e)Yüzü yıkamak..
Yüzün yıkanacak yerleri şunlardır: Başın kıl biten yerlerinden başlar; varsa sakal yoksa ensede biter. Yukarıdan aşağı hepsi yıkanır. Yüzün uzunluğu, çenede biter. Eni ise kulak dipleridir.
Yani: Bir kulak memesinden diğer kulak memesine kadardır.

f) Elleri dirseklere kadar yıkamak.

g) Başı meshetmek..
Başın meshedilme şekli şöyledir. Eller sulanır; sonra sudan alınıp kaldırılır. Akar suda abdest alıyorsa suya elini sokar çıkarır. Baş parmak hariç; iki elin parmak uçlarını birbirine değdirmek suretiyle çatı yapar. Bundan sonra, ellerini ayırmadan başının ön tarafına koyar; başı avucunun içine gelmiş olur. Bu şekilde ellerini ense köküne kadar götürür; sonra başladığı yere getirir. Kalan baş parmakları ile de kulaklarını mesh eder.

h) Ayakları yıkamak..
Ayaklar, ayak mafsallarında, içten ve dıştan çıkan iki topuk kemiğine kadar yıkanır. Bütün bu yıkanacak yerler, birer kere yıkanır ki, farz olan budur. Bundan sonra iki tanesi sünnettir.

ı)Tertip..
Bu, abdestte yıkanması gereken yerlerin ayeti kerimede belirtilen sıraya göre yıkanmasıdır.
Allah-ü Teala şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُءُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَيْنِ

-"Ey iman edenler ,namaz kılacağınız zaman:

1-Yüzlerinizi yıkayınız.
2-Dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız.
3-Başınızı mesh ediniz.
4-Ayak mafsalındaki içten ve dıştan çıkan iki topuk kemiğine kadar ayaklarınızı yıkayınız."(5/6)


i)Muvalat..
Bunun manası şudur: Abdestte yıkanan yerleri peşpeşe yıkamak. İlk yıkanan yerin suyu kurumadan diğerlerine geçmek.
Gelelim temizliğin (abdest almanın, yıkanmanın) sünnetlerine. Bunlarda on tane olup sırasıyla aşağıda anlatılacaktır:

a)Avuç içlerini yıkamak..
Abdest alınacak su kabına elleri sokmadan evvel. Bu cümle, daha açık manası ile şu demeğe gelir: Abdestte yıkanması farz olan yerleri yıkamaya başlamadan evvel, elleri yıkamak. El temiz olmalı ki, onun yıkayacağı yerler de temiz olsun. 

b)Misvak kullanmak..
Tıbbı kontrolden geçen diş fırçası ile dişleri fırçalamakta onun yerine geçer.

c)Ağıza su alırken, iyice her yanını yıkamak. Yani içini.

d)Buruna su alırken, burun içine de suyu iyice çekmek. Oruçlu bulunan kimse, burnuna su çekerken, boğazına su kaçırmamaya dikkat etmelidir.

e)Abdestte sakalı su ile ovuşturmak. Bazı rivayetlerde sakalın dış kısmının yıkanması yeterlidir.

f)Gözlerin içine de girmesi; yıkanması.

g)Abdestte yıkanması gereken yerleri yıkamaya sağdan başlamak.

h)Kulakları mesh etmek için yeniden su almak.

ı)Enseyi mesh etmek.

i)Parmak aralarını ovmak.

Abdestte, birinci yıkamadan sonra, ikinci ve üçüncü yıkamalarda sünnettir.

TEYEMMÜM

Teyemmümü de anlatalım.
Teyemmüme, namazın mübah olması niyeti ile başlanır.
Besmele çekildikten sonra; eller, üzerinde toz bulunan temiz toprak cinsi bir şey üzerine bir kere vurulur. Bu vuruşta, parmaklar açık bulundurulur. Bundan sonra eller kaldırılır; el parmaklarının içi yüze sürülür. Avuç içleri de, elin dışına sürülür.
(Teyemmüm işinde şu rivayetlerde vardır. 
Sağlamdır:
Teyemmüm, ateşte yanmayan, suda erimeyen bir şey üzerine yapılır. O şey üzerine el vurulur; görünen veya görünmeyen ele bulaşmış tozu, iki elle yüze sürülür.
İkinci kere yine el, teyemmüm edilen şey üzerine vurulur. Bu vuruşta da eller, dirsekten itibaren kollar üzerinde tamamen gezdirilir. Bu işi bir vuruşla yapmak mümkün değil ise iki veya üç vuruşla yapabilir. İki vuruşla bitirmek normaldir.)

BOY ABDESTİ
Boy abdestini, TUVALETE GİRMENİN EDEPLERİ bölümünde inşaallah anlatacağız.

2-Örtünmek: Örtünecek şey, temiz bir giyim eşyasından olmalıdır. Namaz kılacak kimse bununla edep yerlerini ve omuzlarını örter.
İpekli hariç; bütün giyim eşyalarından olur. Zira, temiz olsa dahi, ipekli giyip namaz kılmak haramdır. Keza, çalınmış, bir başkasının zorla alınmış elbisesi ile de namaz kılınmaz.

3-Temiz yer: Namaz kılınacak yerin tüm pisliklerden arınmış olması gerekir. Namaz kılınacak yer, üzerinde bulunan pisliği rüzgar esip veya güneş gelip kurutmuş ise, oraya bir yaygı (seccade) serip namaz kılmakta bir sakınca yoktur. Orada kılınan namaz sağlam olur. Ancak sahih olmayacağına da dair rivayet de vardır.
Zayıf bir rivayete göre: Zorla başkasından alınan yerde de namaz kılınır.

4-Kıbleye dönmek: Bir kimse Mekke-i Mükerreme'de bulunuyorsa veya ona yakın yerlerde ise, doğrudan doğruya, namaz kılacağı zaman Kabe-i Muazzama'ya dönmesi gerekir. Mekke-i Mükerreme'den uzak bir yerde ise, çalışıp gayret sarf ederek, kâbe yönünü tayin edip o yana dönmelidir. Delillerle, şahitlerle bunun yolunu bulmalıdır. Bu işin tayinini; yıldızlarla, rüzgarla ve daha başka yollardan yapabiliriz.

5-Niyet: Niyetin yeri kalptir. Namaz kılan kalben bilecek ki: Allah-ü teala aynen bu namazı kılmayı kendisine farz kılmıştır. Bir gösterişe, desinlere kapılmadan Allah'ın bu emrini yerine getirmek kendisi için gereklidir.
Namaz kılan, üstte anlatıldığı gibi bir niyet ettikten sonra; taa namaz bitinceye kadar, kalbini huzurlu tutmalı, kalbine başka şeyler getirmekten sakınmalıdır.
Resulullah S.A.Efendimizin, Hazret-i Aişe'ye r.a. hitaben buyurduğu şu hadis-i şerif bu manayadır:

-"Kıldığın namazda senin için olan, kalben hazır olduğun kadardır."

6-Vakit:Namaz kılacak kimse, namaz vaktinin geldiğini yakinen bilecektir. Yahut, ağır basan tahmini ile ki bu tahmin, bulutlu günde olacaktır. Rüzgarın ters esişi gibi başka engeller de olabilir. Bu durumlar, ağır basan zannına göre namaz vaktini tayin eder.


Site Yazarı: Emine Kaya

Ezan,Kamet, Namaz, Rükunlar, Vacipler, Sünnetler, Gunyetü't Talibin'den

$
0
0


Ezan
Namaz vakti geldikten sonra, müezzin ezan okur. Ezan şöyle okunur:

Allâhu ekber, Allâhu ekber: İki veya dört kere okunur. Manası Allah en büyük demektir.(Burada en büyük derken diğer yaratılmışlar kastedilmemiştir.)


Eşhedu en lâ ilâhe illallah: İki kere tekrar edilir.


Manası: Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim.


Eşhedu enne Muhammeden Rasûlullah: İki kere tekrar edilir.


Manası: Muhammed Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ederim.


Hayye ale’s-salâh: İki kere tekrar edilir.


Manası:Namaza gelin


Hayye ale’l-felâh: İki kere tekrar edilir.


Manası:Felaha gelin.

Allâhu ekber, Allâhu ekber
Lâ ilâhe illallâh.”



Kamet
Aşağda ki gibidir.




Okunuşu şöyledir:
Allahü ekber (4 defa)
Eşhedü en lâ ilâhe illallah (2 defa)
Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah (2 defa)
Hayye ales-salâti (2 defa)
Hayye alel-felâhi (2 defa)
Kad kame tis-salatü (2 defa) (Manası:Namaz başladı)
Allahü ekber (2 defa)
Lâ ilâhe illallah (1 defa)

1.Fasıl: Namaz..

Namaz için yukarıdaki(abdest) şartlar yerine getirildikten sonra:

-Allahü ekber. Cümlesi okunarak namaza girilir.

Bu arapça tazim cümlesinden başka cümle ile namaza başlamak caiz değildir.

Namazın rükünleri (yerine getirilmesi zorunlu olan farzlar) vacipleri, sünnetleri, daha başka edepleri vardır. Bunlarıda sırasıyla aşağıda anlatacağız.



a)Rükünler:


Namazın rükünleri on beş tane olup sırasıyla şöyledir:


1-Ayakta durmak.


2-İlk tekbiri almak.


3-Fatiha suresini okumak.


4-Rüküa varmak.


5-Rüküda vücudun itminanı (Yani azanın sükun bulup,duruş haline gelmesi.)


6-Rüküden mutedil birşekilde kalkmak.


7-Rüküden kalktıktan sonra, vücudun itminanı (yani vücudun sakin bir şekilde, rahatça ayakta durması.)


8-Secde etmek.


9-Secdede tumaninet.(vücudun rahat bir şekilde kalması)


10-İki secde arasında oturmak.


11-İki secde arasında oturuşta tumaninet. (vücudun rahat bir şekilde durması)


12-Son teşehhüd. (Yani: Son oturuşta tahhiyat okuyup şehadet getirmek.)


13-Son teşehhüde oturmak. (Namazdan çıkış için oturmak.)


14-Reulullah S.A.efendimize salavat okumak. Yani son oturuşta.)


15-Namazdan çıkmak için selam vermek.


b)Vacipler:

Namazın vacipleri dokuz tane olup sırası ile aşağıda anlatılacaktır:

1-Namaza girişte,alınan ilk tekbirden sonraki tekbirler.

2-3-Rükudana kalkarken Semiallahü limen hamideh. Rabbena lekel-hamd. (Allah kendisine hamd edenin hamdini duyar. Rabbimiz sana hamdolsun.) demek.


4-5-Rükuda ve secdelerde, birer kere şu tesbih duasını okumak.


Subhanellah (Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.)


6-İki secde arasındaki oturuşta şu duayı birkere okumak: -Rabbiğfir li.(Rabbim beni bağışla.)


7-İlk teşehhüd için oturmak. (iki rekattan fazla namazlarda ilk tahhiyyat okunuşu ve ondaki şehadet.)

8-İlk teşehhüd için oturmak. (iki rakattan fazla olan namazlardaki ilk oturuş.)

9-Selam verirken, namazdan çıkmayı niyete almak.


c)Sünnetler:


Namazın sünnetleri on dört tane olup, sırası ile aşağıda anlatılacaktır.


1-İstiftah.(Manası:Namaza başlamayı istemek veya namazın ilk tekbirini,imamla almaya yetişmek,olabilir.)(İstiftah manası açılış duası demektir.)


2-Tekbirden sonra şu taavuz duasını okumak:

-Euzübillahimineşşeytanirracim. (Yüce huzurdan kovulan şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım.)


3-Besmele okumak.Yani: Bismillahirrahmanirrahim.(Rahman Rahim Allah'ın adı ile başlarım.)demek.


4-Namazda Fatiha suresini okuduktan sonra:


-Amin!.. Demek.


5-Fatiha suresini okuduktan sonra bir sure okumak.


6-Rükudan kalktıktan sonra,Rabbena lekel-hamd (Rabbımız sana hamd olsun)duasına şu cümleyi eklemek.


Mil'üs-semavati vel arz. (Yer ve semalar dolusu.)


7-Rükuda ve secdelerde okunan tesbihlerin birden fazla okunan kısmı.


8-Rabbiğfir li. (Rabbım beni bağışla,duasını ya ruku ve secde tesbihinden sonra; yahut iki secde arasındaki oturuşta okurdu.)


9-Alınla beraber, burnu da secde zamanı yere koymak. (Bir başka rivayete göre burun yere konmasa da olur.)


10-İstirahat oturuşu: (Yapılan iki secdeden sonra, az oturmak.)


11-Cehennem azabından, kabir azabından, mesih deccalın fitnesinden, hayat ve ölüm fitnesinden Allah'a sığınmak için şu duayı okumak:


-Euzü billahi min azabi cehenneme ve minazabil -kabri ve min fitnetil-Mehis'id-Deccali ve min fitnetil -mahyai vel memati.(Cehennem ve kabir azabından, Mesih Deccal ve hayat, ölüm fitnesinden Allah'a sığınırım.)


12-Son teşehhüdde, Resulullah S.A.efendimize salavat okuduktan sonra, hayır dualar okumak.


13-Vitir namazında, kunut duası okumak.


14-Zayıf bir rivayete göre, namaz çıkışında verilen, ikinci selam.


d)Edepler:


Namazın burada,anlatılacak edepleri yirmi beş olarak tesbit edilmiş olup aşağıda sırasıyla anlatılacaktır:

1,2,3,4,5,6-Namaza başlarken, rükua eğilirken, rükudan kalkarken, elleri kaldırmak.

El kaldırılırken, ellerin parmaklara kadar olan kısmı omuz, baş parmaklar da kulak memeleri hizasına gelmelidir. Kalan parmaklar dahi, kulağın kalan kısmı hizasında olmalıdır.


7-Elleri tekbir için kaldırdıktan sonra, salmak.

8-Sağ eli, sol elin üstüne koymak. Bu konuş göbek üstüne olmalıdır.


10-Namazda secde yerine bakmak.


11-Kur'an okumayı ve: -Amin!..

Demeyi gizli yapmak.

14-Rukuda elleri diz kapakları üzerine koymak.


15-Sırtını düzgün bir şekle getirmek.Yani: Rükuda


16-Rükuda pazularını yanlarından uzak tutmak.


17,18-Secdeye varırken önce dizlerini yere koymak, ondan sonra da ellerini.


19-Karnı, oyluklarını uzakta ve açıkta tutmak.


20-Dirseklerini de, baldırından ve bacağından ayrı tutmak.


21-Secde halinde iken,dizlerini birbirinden ayrı tutmak.


22-Secdede, ellerini omuzları hizasına getirmek.


23-İki secde arasında ve ilk teşehhüd oturuşunda, ayakları usulüne göre yere serip oturmak.


24-İkinci teşehhüdde sol yanı üstüne oturup, iki ayaklarının sağ taraftan çıkarmak.


25-Sağ elini sağ dizinin üzerine yamuk olarak bırakmak. Ancak işaret parmağını uzatmalı; baş parmakla orta parmağı dahi bu halde halka yapmalıdır.
Sol el dahi,sol dizin üzerine normal bir şekilde açık konmalıdır.

Başta zikrettiğimiz, namazın şartlarından herhangi biri, özürsüz olarak, yerine getirilmez ise, onun namazı olmaz.

Anlatılan rükunlardan birini, bilerek veya bilmeyerek terk eden kimsenin namazı boş olur.

Vaciplerden birini bilmeyerek, (unutarak) terk eden kimseye sehiv secdesi, lazım gelir. Ancak kasden terk eden, kimsenin namazı boşa gider.

Sünnetlerden ve edeplerden, birini terk eden kimsenin, namazı boşa gitmez; kendisine sehiv secdesi de gerekmez.

Site Yazarı :Emine Kaya

ZEKAT, ZEKAT VERİLECEK KİMSELER, SADAKA, FİTRE SADAKASI

$
0
0

ZEKAT
Müslüman olan kimseye zekat vermekte gerekli bir farz emirdir; şayet zekata tabi malı var ise.
Zekat vermeyi gerektiren mal kıymeti şöyle tesbit edilmiştir:
a) Yirmi miskal altın.
b) İki yüz dirhem gümüş.
c) Sayılan iki değerin birine eş değerde ticaret malı.
d) Beş tane deve
e) Otuz adet sığır.
f) Kırk adet koyun.

Sayılan hayvan cinsi şeyler, ticaret malının senelerini doldurmuş olmaları gerekir.
Köle olana, kölelikten kurtulmak için efendisinin tayin ettiği miktar parayı, toplamaya çalışan kesimli köleye, (mükatebe) zekat vermek gerekli değildir. Zira bunlara zekat farz olmamıştır.
Altından ve gümüşten çıkarılaak zekat miktarı: Rüb'u uşür'dür.Yani: Onda birin dörtte biri. Bu hesaba göre:Yirmi dinardan, yarım dinar zekat çıkartmak gerekir. Zira onun üşrü(onda biri) iki dinar olup rüb'u (dörtte biri) ise yarım dinar olur.
İki yüz dirhemden beş dirhem zekat verilir. Zira iki yüz uşrü (onda biri) yirmi dirhem olup rüb'u (dörtte biri) dahi beş dirhem olur.

DEVENİN ZEKATI
Beş devenin zekatı bir şattır. Şat ise: Altı ayını doldurmuş bir tokludur. Keçi cinsinden verecekse, bir yaşını doldurmuş bir çebiç vermesi gerekir.
On deveye iki şta (altı aylık toklu )verilir.
On beş deveye üç şat verilir.
Yirmi deveye dört şat verilir.
Yirmi beş devenin zekatı ise: Mehad'dır. Manası: Bir yaşını bitirip ikinci yaşına giren, bir dişi deve yavrusu.
Mehad vermeye gücü yetmeyen, bir ibn-i lebun verir.
İbn-i lebun şudur: İki yaşını doldurup, üç yaşına giren bir erkek deve yavrusudur.
Otuz altı deve için verilecek zekat: Bint-i lebundur.
Bint-i lebun:İki yaşını bitirip üç yaşına giren bir dişi deve yavrusudur.
Kırk altı devenin zekatı: Hıka'dır. Hıka: Üç yaşını bitiren bir dişi devedir.
Altmış devenin zekatı: Ciz'adır. Ciz'a: Dört yaşını bitiren bir dişi devedir.
Yetmiş altı devenin zekatı: İki bint-i lebundur. Yani: İki yaşını bitirip üç yaşına giren iki adet dişi devedir.
Doksan bir devenin zekatı: İki Hıka'dır. Hık'a: Üç yaşını dolduran birdişi devedir. Yüz yirmi deveye kadar bu miktar diğişmez.
Develer yüz yirmiyi aştıktan sonra, her kırk başına bir bint-i lebun verilir.Yani: İki yaşını doldurup üç yaşına giren bir dişi deve. Her elli içinde, bir hıka verilir. Yani Üç yaşını dolduran bir dişi deve.

SIĞIRIN ZEKATI
Otuz sığırın zekatı: Yaşını dolduran erkek veye dişi bir danadır.
Kırk sığırın zekatı: İki yaşını dolduran dişi danadır.
Altmış sığır için: İki yaşını dolduran erkek dana verilir.
Yetmiş sığırın zekatı: Yaşını dolduran bir erkek dana ile iki yaşını bitiren bir dişi danadır.
Bu hesap nazara alınarak, üstteki sayıdan sonra her otuz sığır için, yaşını dolduran bir erkek dana; her kırk sığır için de iki yaşını dolduran bir dişi dana verilir.

KOYUN-KEÇİ CİNSİNİN ZEKATI
Her kırk koyunun zekatı: Bir şattır .Yani: Altı ayını dolduran, bir tokludur.Yüz yirmiye kadar bu hesap devam eder.
Yüz yirmi bir koyunun Zekatı: İki şattır. Yani:İki tane altı ayını dolduran iki tokludur. İki yüze kadar bu hesap devam eder.
İki yüz bir koyunun zekatı: Üç şattır. Yani: Üç yüze kadar bu hesap muteberdir.
Üç yüzü aşan koyun miktarının zekatı: Her yüz için bir şattır.

ZEKAT VERİLECEK KİMSELER
Zekat verecek kimse; zekatını aşağıda sayılacak sekiz sınıf kimseye verir. Kaldı ki bunlar, sırası ile Kur'an-ı Kerim'de anlatılmıştır.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ

إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللَّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ ۖ

Tevbe suresi 60.ayet (Diyenet İşleri)
Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

1-Fakirler: Kendilerine yetecek kadar dünyalığı olmayan kimselerdir.

2-Miskinler: Aç kalmayacak kadar bir miktara sahip olan ve daha fazla ihtiyacını gidermek için bir imkana sahib olmayan kimselerdir.

3-Amiller: Devlet büyüğü tarafından zekat tahsiline memur tayin edilen ve bu zekatı devlet büyüğüne teslim edinceye kadar koruyan kimselerdir.

4-Müellefe-i Kulub: İleride islam dinini kabul etmeleri umulan kimselerdir. Yani: Kendilerine bir miktar dünyalık mal verilince, yahut bunlara verilen mal şu sebebe dayanır: Onların şerlerinden müslümanları korumak.

5-Rikab: Sahibi tarafından, belli bir para veya mal getirdiği takdirde hür olacağı şarta bağlanan köledir.
Üstteki manadan olarak: Bir kimse, bir köleyi efendisinden satın alıp azad etsede caizdir.
Bir rivayete göre: Bu mana yerindedir.

6-Garimun: Altından kalkamayacak kadar büyük borç altında bulunan kimselerdir.

7-Fisebilillah: Bunlar, Allah yolunda mücahid kimselerdir. Ki bunlar ne imamın (halefin), ne de başka bir sultanın kayıt defterine yazılıdır. Kendi inandıkları yoldan cihadlarını, islam esaslarına göre yürütürler.
Bu zümre zengin olsalar dahi, kendilerine zekat verilir.

8-İbnüssebil: Bazı imkansızlıklar sebebi ile yolda kalan kimselerdir. Amma beldesinden yola çıkmak üzere olan değil.

SADAKA
Bir kimse, kendisine farz olan zekatıverdikten sonra, sadaka da vermelidir. Yani: (sünnet)olarak. Bu çeşit sadaka da bir müslüman için sevilen iştir.
Her imkanı olan müslüman, gece gündüz, az çok sadaka vermelidir. Bilhassa şu mübarek aylarda: Recep, Şaban ve Şehr-i Ramazan.
Bayram günleri: Aşure günü, kıtlık ve sıkıntılı günlerinde.
Anlatılan sadakalar verildiği takdirde, mal, can, çoluk-çocuk afiyete kavuşur.
Sadaka verilince, dünyada iken yerini tezce yenisi alır; ahirette ise bol sevap alınır.

FİTRE SADAKASI
Her müslüman, fitre sadakasınıda vermelidir. Şayet geçimleri üzerindeyse şunlar namına fitre sadakasını verir. Kendisinin, kadınının, kölesinin, oğlunun, anasının, babasının, kız kardeşinin, erkek kardeşinin, amcasının, amcası çocuklarının....yakınlık derecesine göre, bunların fitresini verir.
Kendisini, kendi geçindirmekle yükümlü olduğu kimselerin, yiyeceklerinden fazla imkan var ise, bayram günü veya bayram gecesi fitre sadakasını vermek gerekir.

FİTRENİN MİKTARI
Fitre sadakasının miktarı bir SA'ölçeğidir. Ki bu Irak tartısına göre beş rıtıl ve bir rıtılın üçte biridir.
(Bu hesap her mahallin kendine göre yapılır ki, doksan dirhem ve bir dirhemin üçte bir miktarıdır.)
Şunlardan fitre verilir: Hurma, kuru üzüm, buğday, arpa, arpa va buğday unundan, arpa ve buğday karışımı yapılan aştan.
Sahih bir rivayete göre, yoğurttan yapılan akıt ki:
-Keş.
diye bilinmektedir.Bundan da fitre sadakası verilmektedir.
Fitre sadakası verilmesi için; üstte anlatılan çeşitten şeyler yok ise, her beldenin kendi yediği şeylerden verir.
Mesela:Pirinç, darı ve daha başka hububattan.
Site Yazarı: Emine Kaya

Oruç,Sahur, İftar Duası,GUNYET'ÜT-TÂLİBİN

$
0
0

3.Bölüm

Konusu: Oruç tutmaya dairdir.

Her müslüman olan kimseye; Ramazan ayı girdiği zaman, oruç tutmak farzdır. Bunun için, Allah-ü Teala'nın emri şudur:

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ 

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِي أُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدَىٰ وَالْفُرْقَانِ ۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ ۖ وَمَنْ كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَىٰ سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ ۗ يُرِيدُ اللَّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَىٰ مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Bakara suresi 185.ayet-i kerime ve meali şerifleri (Diyanet işleri yeni)
(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.

Oruç tutacak kimse, Ramazan ayı hilalini gördüğü zaman, kendisine Oruç farz olur. Hilali görmek çeşitli yollardan olabilir:

a)Oruç tutacak kimsenin, bizzat kendisi görmesi.
b)Dürüstlüğü sabit olan bir erkek kimsenin şehadeti..
Bu yollardan görülmediği takdirde, Şaban ayı otuz güne tamamlanır. Bulut ve daha başka sebeplerden ay görülmeyebilir.
Ramazan orucuna niyet eden kimse; gün battıktan sonra, ikinci tam şafak atıncaya kadar:
-Yarın için oruç tutmaya niyet ettim
Diye niyet edebilir.
Ramazan ayı çıkıncaya kadar, her gece anlatıldığı gibi niyet eder. Şayet Ramazan ayının ilk gecesi:
-Ramazan ayının tüm günlerinde oruç tutmaya niyet ettim. Deyip sonraki geceler bir şey demese de bu niyeti yeterlidir. Ne var ki bu rivayet biraz zayıftır; sağlamı birinci şekilde edilen niyettir.
Ramazan ayı gecelerinde oruca niyet ettikten sonra; sabaha çıkarsa şu işleri yapmamak kendisine gerekli olur:

a)Bir şey yeyip içmek.
b)Kadınla cinsi birleşme yapmak.
c)Ne yerden olursa olsun içine bir şey girmesi.
d)Kendinden kan aldırmak. (İster kendisi için ister başkası için olsun.)
e)Kusmaya zorlamak.
f)Elle veya başka yoldan kendinden meni akıtmak.

Günün tümünde, bunları yapmaktan kaçınmalıdır.
Bu yapmaması gereken hareketlere karşı aykırı bir davranışta bulunursa da yaparsa, orucu boşa gider.
O işlerden birini veya birkaçını yaparsa, bir şey yemeden akşama kadar beklemesi gerekir. Sonradan o günün orucunu kaza eder.
Ancak, Ramazan günü oruçlu halde kadınla cinsi birleşme yapması hariç; böyle bir durumda kendisine kefaret lazım gelir.Bu kefaret de, bir köle azad etmesidir. Azad edeceği kölenin mümin olması, bütün ayıplardan beri olması, iş yapmaktan aciz bulunmaması gerek.
Anlatıldığı gibi bir köle bulamadığı takdirde; ara vermeden iki ay oruç tutar.
Oruç tutmaya da gücü yetmez ise, altmış fakirin karnını doyurur. Bu doyumluk için onların her birine bir müdd verir. Müdd ise Irak ölçeğine göre, bir rıtıl ve bir tam rıtılın üçte biridir. Yani: Yüz yetmiş üç dirhem ve dirhemin üçte biri . Yahut yarım sa'.(yani:ölçek)
Verilecek bu şey: Hurmadan ve arpadan olur.
Şayet verecek hurma ve arpa bulamaz ise, verecek olan kimse kendi beldesindeki yiyecek cinsi şeylerden verir.
Fitre bahsinde dediğimiz gibi.
Şayet verecek bir şeyi yoksa, kefaret vermek kendisinden düşer.
Bu durumda Allah-ü Teala'dan bağışlanmasını diler; kalan günlerde amellerini iyi etmeye bakar.
Yakınlık derecesi ne olursa olsun; Ramazan ayının gündüzlerinde, genç kadınla yalnız kalmamalı ve onu öpmemelidir. İster kendi kadını olsun; isterse nikah düşmeyecek kadar yakını.
Ramazan günleri öğleden sonra misvak kullanmaktan (diş fırçalamaktan), sakız çiğnemekten, ağzında tükürük biriktirip sonra yutmaktan sakınmalıdır.
Pişen yemeğin ve daha başka yenecek şeyin tadına bakmamalıdır.
Gıybet etmek, dedikodu edip söz gezdirmek, birine sövmek gibi şeylerden çekinmelidir.

İFTARDA ACELE ETMEK

Ramazan orucunu açarken, iftarı geç kalmadan yapmalıdır. Meğer ki hava bulutlu ola. O zaman biraz tehir edebilir.

SAHUR

Sahur yemeğini biraz ertelemelidir. Meğer ki tan yerinin ağarmasından korka; o zaman sahuru geç bırakmaz.
En uygunu, iftarı hurma ile yapmaktır, olmazsa su ile.

İFTAR DUASI

İftar zamanı dua etmelidir. Yapacağı dua, Resulullah S.A. efendimizden rivayet edilen dualardan olmalıdır.
Bu manada,Resulullah S.A. efendimiz şöyle buyurmuştur:
-"Birinizin akşam yemeği hazır olduğu zaman, şu duayı okusun:
Bismillah. (Allah'ın adıyla başlarım)
Allah'ım, senin rızan için oruç tuttum.
Verdiğin rızıkla orucumu açtım.
Sübhansın, sana hamd olsun.
Allah'ım, tuttuğumuz orucu bizden kabul buyur. Sen gerçekten bilensin, duyansın."
Derleyen : Emine KayaGUNYET'ÜT-TÂLİBİN sayfa 29-30-31 

Çocuklarımıza Alışkanlık Kazandırmak istiyorsak Onlara Model Olmalıyız.

$
0
0

(Kendi tecrübelerimden..)
Çocuklarımıza diş fırçalama, kişisel temizlik ve sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırabilmemiz için bizim onlara örnek model olmamız gerekir. Yani çocuk bizdeki diş fırçalama, kişisel temizlik ve sağlıklı beslenme alışkanlığını görmeli.
Farkında değiliz ama..
Onların her halimizi kayıt ettiklerini unutmayalım.
1. Pozitif ve Sabırlı Olun
Çocuğunuzun ilk yıllarında pozitif ve sabırlı olmak, çocuğunuzun öğrenme becerileri üzerinde oldukça önemlidir. Olumlu konuşmanın ve yaklaşmanın önemini unutmayın. Rekabeti ve kıyaslamayı değil, işbirliğini teşvik edin. 
Çocuğunuza olumsuz kelimelerle seslenmeyin, isimler takıp etiketlemeyin. Her zaman ulaşılabilir olun. Sizden yardım istemekten çekinmesin. 
Sabırlı ve yol gösterici olun, işleri onun yerine yapmak yerine problemleri çözmesi için cesaretlendirin.
2. Gerçekçi Olun
Çocuğunuzdan beklediğiniz davranışlar ve kazanmasını istediğiniz alışkanlıklar üstüne düşünün. Gerçekten çocuğunuz bunları yapabilecek mi? Ya da ne kadarını ne şekilde yapabilecek? Çocuğunuzu en iyi tanıyan sizsiniz. Onu düşünerek beklentileriniz de gerçekçi olun. Mutlaka bir sübyan okuluna göndererek öğretmen ve hocalarıyla beraber hareket etmelisiniz. Altı yıllık bir sübyan okulunda öğretmenlik tecrübelerime dayanarak şiddetle tavsiye ederim.  
3. Aile Bağlarınızı Güçlendirin
Aile bilinci bir çocuğun davranışlarının şekillenmesinde büyük önem taşır. Sadece çekirdek ailesi ile değil!  Akrabalarınızı tanısın ve onlarla olan diyaloglarınızı görmeli çocuk. Nasıl davranması gerektiğini öğretin. Gerekirse aile ve akraba günleri, piknikleri, geziler düzenleyin.
4. Kurallarınız Net Olsun
Çocuğunuz için net kurallar koyun. Bu onun alışkanlık kazanmasına yardımcı olacak en önemli şeylerden biridir. Özellikle okul çağı çocuklarının, okul öncesi ve sonrası belli rutinlerinin olması onun alışkanlık kazanmasında büyük önem taşır. Ne zaman ders yapacağını, ne kadar oyun oynayabileceğini bilmesi çocuğunuza zaman yönetimini de öğretecektir. 
Kesinlikle dayak olmmalı ama yaptırım uygulayın. Mesela; Yemeğini yemeden, derslerini yapmadan, televizyonda sevdiği çocuk programları izletmeyin. Kurallarınızda esneklik olmamalı kesinlik olmalı.. 
5. Anlatın
Çocukların en çok sordukları sorulardan biri “neden” dir. Çocuğunuz her şeyin altındaki nedeni bilmek isteyecektir. Bu nedenle alışkanlıkların ve kuralların nedenlerini, yapılmadıklarında kişinin karşılaşacağı olumsuz sonuçları çocuğunuzun anlayacağı şekilde anlatın. Çocuğunuz yaptığı bir yanlışta gülmeyin hayır derken yüz ifadelerinizde kesinlik ve netlik olmalı..
6. Ödüllendirin
Çocuğunuzun çabalarını hiçbir zaman ödülsüz bırakmayın. Ödül demek maddi nesneler ya da hediyeler değildir. İyi davranmaya ve bir alışkanlığı kazanmaya başladığında mutlaka bunu görün ve çocuğunuzu övün ama alkışa ve övülmeye alıştırmayın. Çocuk her zaman takdir beklemesin davranışının sonuçları ona anlatın..
Hediye olarak bir kucaklaşma, sıcak bir sohbet, kaliteli zaman geçirmek de oldukça etkili olacaktır.

Pazartesi Günü Namazı GUNYET'ÜT TALİBİN'den

$
0
0

Ebu Zübeyr'in anlattığına göre;Cabir bin Abdullah r.a Resulullah S.A. efendimizin şöyle buyurduğunu anlatmıştır.

_"Bir kimse,güneş yükseldikten sonra iki rekat namaz kılar ise..Allah-ü Teala onun bütün günahlarını bağışlar.

Bu namazın her rekatında şunları okur:

a)Bier kere Fatiha Suresini

b)Bir kere Ayet'el-Kürsiyi..(Bakara Suresinin 255.ayetidir.)

c)Birer kere İhlasMuavvezeteyn Surelerini..(112. 113.ve 114.surelerdir.

Selam verdikten sonra,on kere Allah-ü Teala'dan bağışlanmasını diler.On kere dahi,Resulullah S.A. efendimize salavat okur."

Enes Bin Malik'ten r.a alarak Sabit Benani Resulullah S.A. efendimizin şöyle buyurduğunu anlatmıştır.

_"Bir kimse,pazartesi günü anlatacağı şekilde on iki rekat namaz kılar ise..kıyamet günü o kimse şöyle çağrılır:

_Falan oğlu falan nerededir?Gelsin,Yüce Allah'tan sevabını alsın.

Bu kimseye verilecek ilk sevap bin hulledir.Sonra başına taç giydirilir ve kendisine şöyle denilir:

_Cennete gir..

Bu kimse cennete girerken bin melek karşılar.Her melekte onun için bir hediye vardır.

O kimse için hazırlanan bin tane nurdan sarayı gezdirinceye kadar o kimse ile olurlar.

Bu namaz şöyle kılınır:

Her rekatında bir kere Fatiha Suresi,bir kere Ayet'el-Kürsi (Bakara suresinin 255.ayetidir.)okunur.

Namaz bittikten sonra on iki kere İhlas Suresini okur. (112.suredir.) On iki kerede,günahlarının bağışlanması için istiğfar eder."

Derleyen :Emine Kaya

Rabbim dualarımızı kabul etsin ve onun rızasını kazananların kervanına bizleri de katsın..


İmamın Arkasında Namaz Kılanların Riayet Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?

$
0
0


İmamın Arkasında Namaz Kılanların Riayet Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?

İmama uymaya iktida, imama uyan kimselere de muktedî denildiğini daha önce söylemiştik. İktidanın sahih olmasında şu şartlar aranır:

1. Muktedînin namaza başlarken hem namaz, hem de imama uymaya niyet etmesi.
2. Kadınların imama uyabilmeleri için, imamın, kadınlara da namaz kıldırmağa niyet etmesi.
3. İmamın cemaatın önünde olması.
4. Oturarak kılan ayakta kılana, teyemmümle kılan abdestle kılana imamlık yapabilir. Bu, İmam-ı A'zam ile Ebû Yûsuf'a göredir. İmam-ı Muhammed'e göre ise, böyle bir iktida sahih olmaz. Çünkü imam hâlen cemaatten yüksek olmalıdır. Halbuki oturarak kılan ayakta kılandan, teyemmüm ile kılan ise abdestle kılandan hâlen aşağıdır.

5. İmamla cemaatın kıldıkları farz namazın bir olması. Mesela, ikindiyi kılana öğleyi kılan iktida edemez. Edâ kılan da kaza kılana uyamaz. İkisi de aynı vaktin edâsını veya kazasını kılmalıdırlar.

Misafir mukîme, mukîm misafire imamlık yapabilir. Ancak misafir imam olduğunda namazı kasreder, yani, iki rek'at olarak kılar. Mukîm olanlar ise, imamın selâmından sonra ayağa kalkarak namazlarını dörde tamamlarlar. Misafir mukîme uyar ise, namazı tam olarak kılar. Nafile namaz kılanın, farz namaz kılana iktidası câizdir. Mesela, öğleyi kılmış bir kimse öğle namazını kıldıran bir imama iktida edecek olsa, bu ikinci kılacağı namaz nâfile olarak câiz olur.

6. Açıkta namaz kılındığında imam ile cemaat arasında, kayık geçebilecek dere, nehir; araba geçebilecek kadar bir yol yahut iki saf sığabilecek kadar bir açıklık olmamak lâzımdır. Aradaki yol saflarla kapatılmışsa namaz câiz olur. Cami içinde mesafe olsa bile câizdir. Zira caminin içi aynı yer sayılır.

7. Mezheb ihtilâfı iktidaya mâni değildir. Bu hususta evlâ olan, her Müslümanın kendi mezhebinde olan bir imama iktida etmesi ise de, bu olmayınca, diğer mezhebden olan bir imama uyularak namaz kılınması, tek başına kılınmasından efdaldir. Ancak imamdan, muktedînin mezhebine göre abdesti bozan bir hâlin zuhur etmemesi şarttır. Mesela, Hanefî mezhebinde olan bir kimse, kendisinden kan aktığını bildiği Şâfiî bir imama uyamaz. Zira abdestli iken kan akmak Şâfiîye göre abdesti bozmasa da, Hanefî'ye göre bozar. Bu durumda Hanefî olan Şâfiî'ye iktida edemez. Binaenaleyh imam olacak kimseler, cemaatleri içinde her mezhebden kimse olabileceğini nazara alarak, mezhebler arası ihtilâflı konularda ihtiyatla amel etmeleri lâzımdır.

8. İmam ile cemaatın namaz kıldıkları yerin hükmen aynı yerden sayılması lâzımdır. Buna binaen aralarında yüksek bir duvar olup imamın görülmesi ve sesinin işitilmesi mümkün olmasa, o iktida sahih olmaz.

9. Cemaate kavuşmak için koşa koşa yürümek mekruhtur.

10. Mescidlerde cemaatla kılanan namazlar, evde aile ferdleri ile birlikte cemaatle kılınan namazlardan daha faziletlidir. Çünkü camiye giderken atılan herbir adımın ayrı bir sevab ve fazileti vardır. Bununla beraber, bütün namazları, camilerde kılıp evde kılmayı tamamiyle terketmek de doğru değildir. Çünkü bilhassa çocuklar, anasından babasından gördüğünü taklid eder ve onun te'sirinde kalır. Süse meraklı olan bir annenin kızı, çoğu vakitlerini süslenmekle geçirir. Sinema ve eğlenceye düşkün bir babanın çocuğu da, büyüyünce aynı şekilde olur. Bu bakımdan ana-babalar, çocuklarına, her yönüyle iyi örnek olma mecburiyetinde oldukları gibi; namaz; oruç gibi ibâdetlerde de onlara rehberlik yapmak ve nümûne olmak durumundadırlar. Aksi halde büyük vebal altında kalırlar. Nitekim



“Ey İnsanlar! Evinizde namaz kılınız. Zira farz namaz dışındaki namazların en makbûlü, insanın evinde kıldığı namazdır.” (Buhârî, Ezân 81, İ`tisâm 3; Müslim, Müsâfirîn 213)
“Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” (Buhârî, Salât 52, Teheccüd 37; Müslim, Müsâfirîn 208, 209)
“Biriniz farz namazını mescidde kıldığı zaman, o namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâlâ bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır.” (Müslim, Müsâfirîn 210; İbni Mâce, İkâmet 186)

meâlindeki hadîs-i şerîflerle, evlerin namaz kılınmaz, hiçbir ibâdet yapılmaz bir hâle getirilmesine Peygamberimiz (asm) karşı çıkmışlardır. Sünnetlerin ve nâfile namazların, evlerde kılınmasının, camilerde kılınmasından daha faziletli ve sevablı olmasının bir hikmeti de, bu olsa gerektir.

11. İmamın sesi kâfi gelmezse, cemaatten biri veya müezzinler, iftitah ve intikal tekbirlerini ve selâmları cehren tekrarlarlar.

12. İmam birinci selâmı, ikinci selâmdan daha yüksek sesle okur. Çünkü namazın bittiğini ilân eden, asıl birinci selâmdır.

13. İmam selâm verince, muktedî de, selâm ve duaları bitirmese bile selâm verir. Ancak henüz Tehıyyât'ı okumayı bitirmemiş ise, selâm vermez. Önce Tehıyyât'ı tamamlar, sonra kendi başına selâm verir.

14. İmama teşehhüdde iken yetişip Tehıyyât'ı okumaya başlıyan kimse henüz Tehıyyât'ı bitirmeden imam ayağa kalksa, ona uyup ayağa kalkmaz. Tehıyyât'ı okumayı bitirir öyle kalkar. Bununla beraber, Tehıyyât'ı bitirmeden kalkmasında da bir mahzur yoktur.

15. İmama uyan, rükû' ve secdedeki tesbihleri üçe tamamlamadan imam kalksa, o da kalkar.

16. İmama uyan kimse, rükünleri imamdan sonra yapmalıdır. İmamdan önce rükû'a eğilmek, secdeye gitmek, imamdan önce rükû' ve secdeden doğrulmak câiz değildir.

17. Şu hususları imam terkettiğinde cemaat onları terketmez, yaparlar:

* Rükû' ve secde tekbirlerini terkederse,
* Başlangıç tekbîrinde elini yukarı kaldırmayı terkederse,
* Rükû' ve secde tesbihlerini terkederse,
* Teşehhüdde okumayı terkederse,
* Selâmı terkederse,
* Teşrik tekbirlerini terkederse.

18. İmam namazın herhangi bir rek'atında bir secde fazla yapacak olsa veya son oturuşta oturduğu halde unutarak sonradan kalksa cemaat ona uymaz. "Sübhânallah" veya "Allahü ekber" diyerek îkaz ederler.

19. İmam eğer okurken tutulursa, arkadaki cemaatten birinin açması, imama hatırlatması gerekir. İmam okurken tutulduğu vakit vâcib miktarda okumuş ise, hemen rükû'a gitmelidir. Vâcib olan miktarı okumamışsa, hemen okuduğu âyetin aşağısında olan veya ezberinde olan başka bir âyete geçebilir. Cemaatı hatırlatmak zorunda bırakmamalıdır.

20. Namazdan sonra imamın cemaata dönmesi sünnettir.

21. İmama uyan, ilk rek'atta imama yetişmiş ise imamla beraber selâm verir. İmama tamamen uyan, yani, namazın evvelinden sonuna kadar fâsılasız olarak imama iktida eden, bütün rek'atları imamla beraber kılan kimseye müdrik denir. İmamı rükû'da bulan kimse, ayakta tekbir alıp rükû'a eğilir. Bir kere "Sübhânallah" diyecek kadar bir süre imamla beraber rükû'da kalırsa o rek'ata yetişmiş, idrâk etmiş sayılır.

22. İlk rek'atta imama yetişemeyen kimseye mesbuk denir. Bu kimse yine imama uyar. Son oturuşta sadece Tehıyyât'ı okur ve susar; salâvat ve duaları okumaz. Teşehhüdü ağır ağır okuyarak imamın namazı tamamlamasına kadar da uzatabilir. İmam sağa selâm verince o selâm vermez, sola da selâm vermesini bekler. İmamın sola da selâm vermesinden sonra ayağa kalkarak yetişemediği rek'atları tamamlar.

İmama ikinci rek'atta yetişen kimse imam selâm verdikten sonra Allahü Ekber diyerek kalkar. Sübhâneke, Fâtiha ve zamm-ı sûre okuyup rükû' ve secdeleri yaptıktan sonra oturur. Tehıyyât, salâvat ve duaları okuyarak selâm verir.

Üçüncü rek'atta imama yetişen ise, ayağa kalkınca Fâtiha ve sûre okumak suretiyle iki rek'at daha kılar.

Dördüncü rek'atta imama yetişen kimse, imamın selâmından sonra kalkıp, "Sübhâneke", "Fâtiha" ve sûre okuyup bir rek'at kılar, oturur. Tehıyyât'ı okuduktan sonra hemen kalkar, iki rek'at daha kılar. Bu iki rek'attan birincisinde Fâtiha ve sûre okur. İkincisinde ise, sadece Fâtiha okur. Burada dikkat edilecek husus, kendi başına namaz kılarken önce Fâtiha ve sûre okunan birinci ve ikinci rek'atları kılmaktır. Çünkü o, imama 4. rek'atta yetiştiği için sadece Fâtiha okunan son rek'ata yetişmiştir. Geriye Fâtiha ve sûre okunan 2 rek'at ile sadece Fâtiha okunan bir rek'at kalmıştır. Bu sebeble imam selâm verdikten sonra kılacağı üç rek'atın ilk ikisinde Fâtiha ile beraber sûre de okur, sonuncu rek'atte ise sûre okumaz.

Üç rek'atli olan akşam ve vitir namazlarının 3. rek'atinde imama yetişen kimse, imam selâm verdikten sonra kalkar, Fâtiha ve sûre okuyup bir rek'at kılar, oturur. Tehıyyât'ı okuyup tekrar kalkar, yine Fâtiha ve sûre okuyup bir rek'at daha kılar, sonra oturup selâm verir.

23. Mesbuk, yani, imama ilk rek'atta yetişemeyen kimse, unutarak imamla beraber selâm verse kendisine sehiv secdesi gerekmez. Ancak imam selâm verdikten sonra selâm verse sehiv secdesi vâcib olur. Kasden imamla beraber selâm verdiği takdirde ise namazı bozulur.

24. Cemaat selâmdan sonra: "Allahümme ente's-selâmü ve minke's-selâm, tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm." (Allah'ım, sen bütün noksanlardan sâlimsin, selâmet sendendir. Ey azamet ve ikram sahibi, senin inâyet ve bereketin sonsuzdur.) cümlesi okununcaya kadar yerlerinde durur, sonra kalkıp sünneti ve duayı başka münasib bir yerde tamamlarlar. Farzdan sonra saffı bozmak müstehabdır. Tâ ki sonradan gelenler cemaatı hâlâ farzda sanmasınlar. Münferiden namaz kılanlar ise, farz-sünnet bütün hepsini aynı yerde kılabilirler.

İmamda Bulunması Gereken Vasıflar

$
0
0


İmamda Bulunması Gereken Vasıflar

Cemaatle kılınan namazda, kendisine uyulan zâta imam denir. Bu zâtın cemaate namaz kıldırmak vazifesine de imâmet tabir edilir. İmama uymaya iktida veya ittiba'; imama uyan kimseye de muktedî veya müttebi' veya me'mum gibi adlar verilir.

İmamlığın fazileti, müezzinliğin faziletinden çok daha fazladır. Vazifeye ehil olmadığı takdirde de o nisbette mes'uliyeti büyüktür. Çünkü imam, dînen mukteda bih, yani cemaatın kendisine uyduğu şahıstır. Kendisine uyan cemaat sayısınca sevablar kazanır. Ancak kıldırdığı namaz eksik veya hatâlı olursa, bu takdirde de bütün cemaatin mes'uliyeti onun üzerine yüklenir. Bu sebebledir ki bâzı büyük zâtlar, imamlığın bu ağır mes'uliyetini düşünerek imamlıktan son derece çekinmişlerdir. Rivayet edilir ki:


Hz. Ali'ye bir gün güzel yürüyüşlü rahvan bir atı göstererek sorarlar:
- Ya Ali, kuşlar gibi uçan bu at ne işe yarar?
Mes'ûliyet duygusuna sâhip büyük insan şu karşılığı verir:
- Üzerine binip de imamlıktan kaçmaya yarar... (Ramuz’ul Ehadis, Hadis-i Şerif, No: 5728)
İmam Olmanın Şartları Nelerdir?

1. Namaz kıldıracak kimse en başta Müslüman olmalıdır.
2. İmamın âkıl-bâliğ olması da şarttır. Delinin, sarhoşun, bülûğa ermemiş çocuğun imam olması sahih değildir.
3. İmam erkek olmalıdır. Kadın erkeğe imam olmaz.
4. İmamın, namaz sahih olacak kadar Kur'an'dan ezberi olması lâzımdır.
5. İmamın özürlü olmaması da lâzımdır. Özürlünün namazı, özürlüye has hükümler taşıyan bir namazdır. Özürlü olmayanlar, özürlü olanlara uyamazlar. Körün imamlığı sahihtir. Ama ondan daha ehil kimse varsa, onun imamlığa geçirilmesi tenzihen mekruh olur.

Yukarıda saydığımız şartlar, imamlık için temel şartlardır. Bu şartlar bulunduktan sonra imamlığa en liyakatli olan kimseler sırasıyla şunlardır: İmamın önce, îtikadı düzgün, fıkha vakıf, bilhassa namaz mes'elelerini iyi bilir bir kimse olmasına dikkat edilir. Bu mes'eleleri aynı derecede bilen birkaç kişi varsa tercih şöyle yapılır: Önce Kur'an'ı en iyi okuyan veya Kur'an'ı en fazla ezbere bilen kimse aranır. Bunda da müsâvi iseler, haramdan en çok sakınan, en müttakî olan kimse imam olur. Bunda da eşitseler, tercih sırası şöyle olur: Yaşça en büyük olan, ahlâkı daha güzel olan, herkesin rağbetini kazanmış olup cemaatın sayısını çoğaltan, daha şerefli ve asîl bir aileden gelen ve en nihayet sesi güzel olan...

Bununla beraber, cemaat arasında ev sahibi veya o mahallin resmen vazifeli imamı varsa, bunların imameti öncelik kazanır. İsterse yukarıda saydığımız vasıflara tamamen sâhip olmasınlar.

* İnsanlara imamlık yapacak kimsenin maddî ve mânevî temizliğine son derece dikkat etmesi, her hâliyle cemaatten üstün bir seviyede olması gerekir. Bilhassa elbise ve çorap temizliğine dikkat etmeli, güzel kokular sürünmeli, soğan-sarımsak gibi, rahatsız eden kokulu şeyler yemekten sakınmalıdır.

* Fâsık ve bid'atçı kimselerin imam olmaları tahrîmen mekruhtur. Çünkü bunlar, dinî amellerde lâubalice davranırlar. Böyle kimselerin arkasında kılınan namazın sevabı ve fazileti de olmaz. Sadece borçtan kurtulunmuş olur. İmam Muhammed ile İmam Mâlik'e göre bunlara esasen iktidâ câiz de değildir.

* Kadının kadına imam olması mekruh olmakla beraber câizdir. Bu takdirde imam olan kadının, cemaatın önünde değil, aralarında birinci safın tam ortasında durması gerekir.

* İmam olan zât, cemaatı nefret ettirecek şeylerden sakınmalıdır. Mesela, bir imamın kırâeti veya tesbihleri cemaata ağırlık verecek derecede uzatması doğru değildir. Cemaatı tenfir, mekruh sayılmıştır. Resûlüllah Efendimiz (asm) bu hususta şöyle buyurur:


"İçinizden biri imam olduğu takdirde namazı uzatma yolunu tutmasın. Zira cemaatın içinde büyük vardır, küçük vardır. Hasta vardır, zayıf vardır. Önemli işi olanlar da bulunur. Kendi başına namaz kılan ise, namazı dilediği kadar uzatabilir." (Müslim, Salat 37; Nesâî, İmame 35; Tirmizi, Salat 175)

"Kendisinden hoşlanmadıkları halde bir kişinin bir topluluğun önüne geçip onlara imamlık etmesi durumunda Allah o kişinin namazını kabul etmez." (Ebû Davud, Salât, 63)
* İmamın rükû' ve secde tesbihlerini, cemaatın sünnet üzere tamamlamalarına imkân vermiyecek derecede acele davranması da mekruhtur. Cemaat yetişsin diye rükû'u uzatmak da mekruhtur.

* İmamın kendisine kolay gelen âyet ve sûreleri okuması vâcibdir; henüz iyice ezberleyemediği yerleri okumamalıdır.

Cemaatla Namaz Nasıl Kılınır?

$
0
0

Cemaatla Namaz Nasıl Kılınır?

İmama uyan bir kimse, yani muktedî, imam tekbir aldıktan sonra, o da tekbir alarak namaza durur. Yalnız Sübhâneke'yi okuyup sükût eder. Fâtiha ve başka âyet okumaz. İmam rükû'a gittiği zaman, o da rükû'a gider. Rükû'daki tesbihleri söyler. İmam rükû'dan "Semiallahü limen hamideh" diyerek doğrulduğunda ise, "Rabbenâ lekel-hamd" der. Secdeye gittiklerinde de secde tesbihlerini okur.

Üç veya dört rek'atlı namazların ilk oturuşunda sadece Tehıyyât okunur. Son oturuşta ise, Tehıyyât ile beraber salâvat ve dualar okunarak imamla birlikte selâm verilir.

İmama uyan kimsenin, onun arkasında Fâtiha ve zamm-ı sûre okuması tahrîmen mekruhtur. Çünkü imam cemaata riyaseten okumaktadır. İmamın okuması cemaatın okuması yerine de geçer. Nitekim hadîs-i şerîf'te de bu husus sarahaten belirtilmiştir. Ancak İmam-ı Muhammed, imamın kırâeti âşikâre yaptığı namazlarda cemaatın okumasını mekruh görmüşse de, imamın gizli okuduğu yerlerde cemaatın da okumasını câiz görmüştür.

Amenerresulu'nün Kur'an'ın en büyük ayetleri olduğunu bildiren ayet

$
0
0


آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِير٢٨٥

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ٢٨٦



Peygamberimiz (sav), Cennetin yedinci katında Necm Suresinde de anlatıldığı üzere Bakara suresinin son iki ayeti oraya çıktığında, bizatihi kendisine Allah tarafından bildirilmiştir. 

14 - Sidretü'l- Müntehâ'nın yanında.

15 - Ki Cennetü'l- Me'vâ onun yanındadır.

16 - Sidre'yi kaplayan kaplıyordu.

17 - (Peygamberin) gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı.

18 - Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü. (Amenerresulü)

Diğer bir deyişle Kur'anın tamamı dünyaya gönderilmiştir. Bu iki ayeti ise Resulullah (sav) almak için göğe çıkmıştır. Dünyaya gönderilmedi Resulullah'a (sav) Allah'ın huzurunda bildirilmesi gerekiyordu. Bu yüzden Kur'an'da çok önemli bir yeri vardır. 

Amenerresulu'nün Kur'an'ın en büyük ayetleri olduğunu bildiren ayet: 


Necm Suresi/18 Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.

Emine Kaya

Hz. Âişe Peygamberimizle kaç yaşında evlendi?

$
0
0

Hz. Âişe Peygamberimizle kaç yaşında evlendi?

Diri diri kız çocuklarını toprağa gömen cahiliye Arapları genel itibari ile kız çocuklarının yaşlarını tutmazlardı.
Toplumun tüm kınamasına rağmen kızlarını gömmeyip onları büyütenler, çocukları buluğa erdiklerinde Daru'n-Nedve'de bir tören düzenler ve kızlarının artık büyüdüğünü halka ilan ederlerdi.
Eğer bu uygulamayı esas alırsak, Hz. Aişe'nin 9 yaşında evlendiği iddiasını, “9 yıldır ay hali görüyordu” şeklinde anlamak gerekecektir.
9 yıldır ay hali görmesi ve bir 9 yılda çocukluk dönemini dikkate alınca, Hz. Aişe validemiz evlendiğinde 18 yaşlarında bir genç kız olduğu anlaşılacaktır.

Viewing all 1276 articles
Browse latest View live