Quantcast
Channel: Peygamberimin İzinden 🕋🕌
Viewing all 1280 articles
Browse latest View live

Dunyanin insanlara nasihatı

$
0
0

Nejla Uzun

AYETLER
  -  10:22
Peygamberimin İzinden (DUALAR) topluluğunda ilk olarak ALLAH'A Özlempaylaştı:

《》dikkatli okuyun Lutfen 《》
___Dunyanin insanlara nasihat I
____Ey Adem oğlu. .!!
Ûzerinde gezip dolasiyorsun
_____içimde hareket edemiyeceksin
____uzerimde gûnah işlersin
____içimde hesap vereceksin
ûzerimde guluyorsun
____içimde ağliyacaksin
_ûzerimde neşelenirsin
____içimde mahsum olacaksin
__ûzerimde mal topluyorsun
\içimde pişman olacaksin
ûzerimde haram diyorsun
____içimde kurtlar seni yiyecek
úzerimde hile yapiyosun
____içimde zelil olacaksin
_ûzerimde sevinçlisin
____içimde ûzuntuye dúşeceksin
__ûzerimde işik ta geziyorsun
____içimde karanliğa duşeceksin
__Ûzerimde herkes le berabersin
____içimde yanliz kalacak sin
_\EY ADEMOĞULLARI
____BUNA KULAK VERSIN ES GEÇMEYIN SAKIN 

GÖREN GÖZLER, mükemmel bir tefekkür

$
0
0



Malcolm XTartışma
- 16:54


GÖREN GÖZLER

Hamza her sabah, güneş doğmadan kalkar, sabah namazını kılardı. Şehirde yaşadığı için, güneşin doğuşunu tam olarak izleme imkânı bulamamıştı. Bu sabah durum biraz farklı idi. Çünkü, akşamdan, Üsâme adlı kardeşinin köydeki evine misafir olarak gelmişti. Akşam köye geldiğinde, güneşin doğuşunu izlemeyi düşünmüştü .

Sabah kalktığında, güneşin doğacağı yöne biraz yürüyüp, beklemeye başladı. Güneş gerçekten de tarif edilen yerden doğmaya başlamıştı. Güneşin, doğacağı yeri şaşırmayışına hayret etti. Elinde tuttuğu takvim yaprağında güneşin doğuş saati 05.30 olarak yazıyordu. Saat de 05.30 ‘ u gösteriyordu. Ve güneş her zamanki gibi, yine randevu yerine ve zamanına sâdık kalmıştı…..

Elindeki takvimi biraz daha inceleyince, yılın 180. gününde ve 6. ayında olduğunu görmüştü. Bu rakamlar, dünyanın güneş etrafında yaptığı hareketin bir neticesi olmalıydı… Dünyanın; bu hareketi yaparken hiç durmaması, diğer gezegenlere çarpmayışı, yörüngesinden sapmayışı da insanı düşünceye sevk ediyordu ….

İnsanlar, günü; sabah, öğle, ikindi, akşam diye vakitlere ayırmıştı. Bu sınıflama, güneşin gökyüzünde geldiği yere göre yapılmıştı. Meselâ, öğle vakti güneş tam tepede oluyordu. Bütün bunlar güneşin, vakitlerin bilinmesi için bir hesap aracı olduğunu gösteriyordu. Mevsimler de yine dünyanın güneş etrafındaki dönüşü ve dünya ekseninin eğik olmasıyla ilgiliydi. Mevsimler olmasaydı hayat ne kadar sıkıcı olurdu …

Güneş doğmadan önce, her yer karanlıktı. Güneşin doğuşuyla her yer aydınlanıyordu. Güneş sanki, gökyüzüne asılmış parıldayan bir lamba gibi, aydınlatma görevini yapıyordu. Gönderdiği ışık insanların gözünü yormuyordu, ışık gücü ayarlanmıştı. Yeşil bitkiler de, gün ışığı olmadan fotosentez yapamazdı. Yapamayınca da, ne bitkiler, ne hayvanlar, ne de bunlarla beslenen insanlar yaşayabilirdi .

Gecenin serinliği, güneşin ısıtan ışınlarıyla birlikte yerini sıcak bir havaya bırakıyordu. Bu ısı kaynağı, ne tükeniyor, ne de bir yakıt yardımı bekliyordu… Üstelik hem aydınlatma, hem de ısıtma bedeli olarak bir ücret istemiyordu. Aklına, Elektrik Kurumu ve Doğal Gaz Kurumu gelmişti. Nasıl da 1 ay sonra faturayı yollayıp, ücretlerini istiyorlardı. Ya güneşi bizim hizmetimize veren, bizden ne yapmamızı istiyordu ?….

Üsâme, Hamza‘ yı donattığı sofraya kahvaltıya çağırıyordu. Hamza, “ Hangi sofraya oturduysam rızkı veren Allah‘ tı ” diye içinden geçirdi. Sütü tadına vara vara içerken, “ farkında olmadan ot yiyip su içiyoruz ” diye düşündü. Garipti doğrusu; inek, koyun, manda gibi hayvanlar yeşil ot yiyip su içerek bu tertemiz, içimi kolay, tadı ve rengi ota benzemeyen sütü vermişlerdi. Bu süt, hayvanın karnındaki yarı sindirilmiş gıda ile kanı arasından süzülerek çıkıyor, insana faydalı maddeleri barındırıyordu. Sanki inek bir dönüşüm fabrikasıydı, hem de maliyeti ve işletme masrafı düşük bir fabrika.

Yediği bal, balarısı dediğimiz küçücük bir böceğin marifetiydi. Balarısı; dağlardan, ağaçlardan ve çardaklardan kendine ev edinmişti. Her çeşit meyveden yiyip, karnından insanlar için şifalı, çeşitli renklerde bal veriyordu. Kim bilir kaç tane arı, kaç çiçeğe uçuş yaparak bu balı yapmıştı ve bize takdim etmişti?

Karnındaki tatlı ve faydalı bala, yine karnındaki zararlı zehirin karışmayışı da ilginçti. Arının o küçücük kafasında sanki bal yapma ve zehir üretme programı vardı….

Kurban Bayramından kalan kavurmayı yerken, sütünden faydalandığımız hayvanların aynı zamanda etinden de faydalandığımız aklına geldi. “Bu uysal hayvanların yerine ya yırtıcı olan aslan veya kaplanı kesmek durumunda kalsaydık ne kadar zor olurdu” diye düşündü. Hayvan sürülerinin otlağa giderken ve dönerken izlenmesi de hoş oluyordu.

Yattığı yatağı toplarken, içindeki elyafın koyun yünü olduğunu gördü. Hayvanların yününden, kılından soğuğa karşı korunmak için faydalanmamız da ayrı bir ikramdı. Giydiği terliğin derisi, hatta köselesi yine bir hayvandan elde edilmişti. Kısacası hayvanların hiçbir parçası israf olmuyor, bir işe yarıyordu.

Kardeş , komşu köye gitmek için at hazırlamıştı. At sırtında giderken, atın ne kadar uysal olduğunu düşünüyordu. Şehirde at arabası ile yük taşındığını da hatırladı. Dağlık ve kayalık yerlerde eşek ve katırın; sıcak, susuz çöl ortamında deve gibi hayvanların yük taşımada, yolculuk yapılmasında önemi çok büyüktü doğrusu …..

Hayvanların renklerinin farklı farklı olması göz ve gönlümüze zevk veriyordu. Her hayvan kendi yiyeceğini biliyor ve bir şekilde o rızkına ulaşıyordu.

Gittikleri köyde, insanlar çiftçilikle geçiniyordu. Bir çiftçi toprağı yarıyor, içine tohum serpiyordu . Bu tohum, daha sonra parçalanıp, çürüyüp, yeşerecekti. Ölü olan tohumdan, çekirdekten, diri ola bir bitkinin, ağacın çıkması ne muhteşem bir olaydı. Neden bir ağaç kabuğu, bir plastik aynı işi yapamıyordu? Küçücük tohum, koskoca bir ağacın programını, şifresini taşıyabiliyordu. Toprak ta tohumu yeşertecek bir yapıdaydı.

Çiftçi, toprağı sulamak için kanallar açmış, 30 metre derinliğindeki kuyudan çıkardığı suyu kullanıyordu. Yerin altı sanki dev bir su deposuydu. İnsanların suyu biriktirecek böyle bir depoyu yapması hem çok masraflı olurdu, hem de teknik olarak imkânsızdı.

Traktörle toprağı süren çiftçi, yine topraktan çıkan petrolün yan ürünü olan mazotla traktörün deposunu dolduruyordu. Traktör; demir parçalarından, bakır tellerden, kurşun plakalı aküden, petrol türevi plastik parçalardan oluşuyordu. Tüm bunlar; süs eşyası yapılan altın ve elmas da dahil olmak üzere hepsi topraktan çıkıyordu.

Kupkuru, ölü gibi olan toprak, gökten inen suyla kabarıp yeşeriyor, âdeta diriliyordu. Bahar mevsiminde kupkuru bir odun parçasının yeşerip meyve vermesi de bir diriliş örneğiydi. İnsanların ölümden sonraki dirilişi de böyle olmalıydı….

Çiçekler, ağaçlar, bahçeler, otlar yeryüzünü süsleyen bir güzellik unsuruydu. Aynı suyla sulandıkları halde, birbirine komşu topraklarda yetişen meyvelerin, sebzelerin tadları, kokuları, renkleri, şekilleri farklı farklı oluyordu. Yemyeşil ağaçtan yakacak elde etmemiz de, ateşin varlığı da bizim için büyük birer nimetti.

Yeryüzü; insanların yaşamasına, rızık elde etmesine, istirahat etmesine müsait bir şekilde olup, yayılmış bir döşek gibiydi. Uzay araştırmalarında dünyamız gibi havası, suyu, toprağı, sıcaklığı, bitki örtüsü insanların yaşamasına elverişli olan başka bir gezegene rastlanamamıştı. Bu da, dünyamızın insanlar için hazırlandığını gösteriyordu.

Hava ısındıkça serinleme ihtiyacı hisseden Hamza ve Üsâme, orman ve denizin bir arada olduğu sahile doğru yol aldılar. Dağların üzerinde türlü renklerde yollar vardı. Bir ağacın gölgesinde dinlendiler. Güneşin yerine bağlı olarak gölge de zamanla yer değiştiriyor, uzayıp kısalıyordu.

Biraz daha gittiklerinde denizin uçsuz bucaksız, masmavi görüntüsüyle karşılaştılar. Bir balıkçının oltasındaki canlı, taptaze balıklar görülmeye değerdi doğrusu. İyi ki balıklar, biz insanlar gibi zeki yaratıklar değillerdi. Deniz, sanki büyük ve masrafsız bir saklama dolabı gibiydi. Her türlü canlıyı taptaze barındırıyor, insanların süs eşyası yaptıkları inci ve mercanı da hediye gibi veriyordu. Dağ gibi gemilerin denizi yara yara hareket etmesine, üzerinde yolcu ve yük taşınmasına, rızık aranmasına, rüzgârın itmesiyle yol alan yelkenlileri yüzdürmesine kim izin veriyordu acaba? Bir geminin bacasından çıkan duman rüzgârla dağılıyordu. Ya rüzgâr olmasaydı da kirli hava her tarafı kaplasaydı?

Hamza ve Üsâme denize girerek serinlediler, yıkandılar, oksijen dolu havasını ciğerlerine doldurdular. Denizlerdeki buharlaşma, bulutların oluşmasında da önemli rol oynuyordu. Fakat deniz buharlaşıp da bitmediği gibi, nehirlerle de besleniyordu …

Denizden çıktıklarında, rüzgâr püfür püfür eserek serinlik veriyordu. Rüzgâr, aynı zamanda bitki tohumlarını taşıyıp, onların üremelerine yardımcı oluyordu.

Rüzgâr şiddetini biraz daha artırmaya başlamış, hava da kararmaya yüz tutmuştu. Herhalde bu rüzgâr, rahmet olan yağmurun bir müjdecisiydi. Gökyüzünde bulutlar harekete geçmişlerdi. Rüzgâr nasıl da tonlarca ağırlıktaki bulutları kaldırıp, yükleniyor, sürüyor, bir araya getirip üst üste yığıyordu? Bu kadar ağırlık nasıl da yerle gök arasında duruyordu? Bulutlar zamanı gelince, yağmur yükünü boşaltmaya başlamıştı. Oysa 5 dakika önceki bulut yine aynı buluttu. Demek ki rüzgârın, bulutları da aşılama görevi vardı. Yağmur damlaları insanları, nazik yaprakları incitmeyecek büyüklükte ve hızda yağıyordu. Halbuki yüzlerce metre mesafeden düşen damlaların çok yüksek bir hıza ulaşması gerekirdi… Ya tonlarca ağırlık birden boşalsaydı. Yağmuru; ihtiyacımız olan meyveler, sebzeler, hububat, ağaçlar, hayvanlar ve nihayet insanlar bekliyorlardı.

Yağmurun yaptığı görevleri bizim 1 günlüğüne yapmamız istenseydi veya sadece onu buluttan indirmemiz istenseydi, kesinlikle bunları yapamazdık diye düşündü Hamza.

Yağmur suyu; nehir, göl, pınar, kuyu olarak yer üstünde ve altında birikiyordu. Toprağın yapısı biriktirmeye elverişli olmasaydı, insanlar bu suları nerede ve nasıl biriktirebilirdi ki? Suyumuz yerin dibine çekilse bize kim bol su verebilirdi ki ?

Hamza gökten inen suyun tadına baktığında tatlı ve tertemiz olduğunu gördü. Ya tuzlu olarak inseydi; bitkiler çürür, toprak verimsiz olur, hayvanlar faydalanamaz, insanlar da birçok masrafla arıtma tesisi kurardı herhalde. Gökten inen su, yeryüzünün ihtiyacına göre bazen yağmur, bazen kar, bazen kırağı, bazen dolu şeklinde iniyordu. İnen yağış miktarının toplam olarak da hep aynı miktarda olduğu tesbit edilmişti. Üstelik yağmur sadece bir yere yağmıyor, yeryüzüne dağılıyordu.

Yağmur bitince bir renk cümbüşü içinde, yay gibi düzgün gökkuşağı ortaya çıkmıştı. Hamza, gökyüzüne bir baktı, tekrar yine baktı, hiçbir çatlak ve yarık göremiyordu. Gökyüzü; bir binanın tavanı gibi dünyayı göktaşlarından, zararlı ışınlardan, manyetik dalgalardan, gürültülerden, uzayın soğuğundan koruyacak şekilde 7 farklı tabakadan oluşuyordu.

Hamza gökyüzüne baktığında, onun direksiz olarak yükseltildiğini de fark etmiş, gökyüzünün yerin üzerine düşmeyişine hayret etmişti. Küçük bir gecekonduda bile direk veya kolon kullanılıyorken ….

Kuşların kanat çırparak boşlukta uçtuklarını görünce, “ bunları boşlukta tutan güç nedir, havaya kaldırma kuvvetini, hava direncini kim verdi? ” diye Hamza‘ nın aklına çeşitli sorular geliyordu.

Vakit akşam oluyor, güneş batı yönünden yavaş yavaş kayboluyordu. Bir bayrak yarışı gibi yerini hilâl şeklindeki aya bırakıyordu. Hilal, Hicri aylardan olan Recep ayının başı olduğunu da haber veriyordu.

Müslümanlar Ramazan Oruçlarını, Bayramlarını, Hac İbadetlerini hep gökteki ayın konumuna göre ayarlıyorlardı. Ay da tıpkı güneş gibi bir vakit hesaplama aracıydı. Ayın ışığı kendinden değildi; güneşten alıyordu. Ayın dünya etrafındaki dönüşü hep aynı yörüngede olup, sapmıyor, kesintiye uğramıyordu.

1 saat kadar önce ortalık aydınlık ve gündüzdü. Gündüz; çalışıp geçim temin etmek için aydınlıktı. İnsanın beden ve ruh sağlığı için en uygun çalışma zamanı gündüzdü. Gündüzün ardından hemen gece geliyordu, arada hiç kesinti olmadan, birbirine karışmadan, birbirini izliyordu. Biri varken, diğeri olmuyordu.

Yazın gündüzün süresi uzun iken, kışın da gecenin süresi uzun oluyordu. Bu da sürekli ve düzenli gerçekleşiyordu. Gecenin karanlığı üzerimize sürekli çökse idi, gündüzün aydınlığını Allah ‘ tan başka hangi kudret getirebilirdi ki? Gece ise uyuyup dinlenmek için en uygun vakitti. Ya sürekli gündüz olsaydı, dinleneceğimiz geceyi kim getirirdi ki ?

Gökyüzü pırıl pırıl göz kırpan yıldızlarla kaplanmıştı. Yıldızlar gökyüzünü süsleyen bir ziynet gibiydi. İçlerinde daha parlak bir yıldız vardı. Bu yıldız, karada ve denizde yolculuk yapanların yön bulmakta kullandıkları yıldız olmalıydı.

Hamza, ablası Ayşenur ‘ un ellerinde büyümüştü. Onun yaşlandığını düşünürken, kendi küçüklüğü aklına geldi.Önceden bahse değer bir şey değildi, adı bile yoktu. Hoşlanılmayan ve atılan bir damla su‘ dan en güzel şekilde yaratılmıştı. Annesinin karnındayken hiçbir şey bilmiyordu. Sonra; işiten, gören, konuşan, düşünen, irade ve gönül sahibi bir varlık oluvermişti. Vücuduna uygun, ruhuna uygun, her an taze ve sıcak sütü hazırda bekleyen bir anne ile karşılaştı. Bilmedikleri ve kalemle yazma öğretildi. Siyah, sarı, kızıl, beyaz renkli insanların, ayrıca birbirinden farklı yüzlerce lisanı konuşması da ibret alınacak bir olaydı. Bir et parçası olan dile yüzlerce lisanı konuşma kabiliyeti nasıl verilmişti ki?

Zayıf olarak yaratılmış, sonra güçlenmiş, sonra yeniden güçsüzleşip ihtiyarlayacak, yani yaratılışı tersine çevrilecekti. Ömür verilmişse tabii ki… Sonra da, topraktan yaratılan, topraktan beslenen beden yine toprağa dönecekti….

Bütün bu olaylardan Hamza şu neticeleri çıkarmıştı:

1-Kâinatta her şey mükemmel bir düzen ve uyum içindeydi.

2-Tesadüfe kesinlikle yer yoktu. Her şey bir kanunla hareket ediyordu.

3-Hiçbir şey boş yere yaratılmamıştı. Hiçbir şey israf olmuyor, faydalı bir şeye dönüşüyordu.

4-Bir yerde düzen, kanun varsa; orada bir düzenleyen, bir kanun koyucu olmalıydı.

5-Yer ve gökte olan her şey; insana hizmet etmesi için yaratılmıştı.

6-İnsan da bu Kâinatın Sahibinin istekleri doğrultusunda yaşarsa, bu hizmetlerin şükrünü ödemiş olurdu.

7-Koca kâinatı idare eden Allah, insanın idaresini başka ellere bırakmazdı.

8-İnsanları, uçsuz bucaksız gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah‘ın, insanları yeniden yaratabilmesi elbette ki mümkündü ve olacaktı.

Kalbin karardığı nasıl bilinir, temizlenmesi nasıl olur?

$
0
0




DamLa NuRDaNGÜZEL SÖZLER
- 16:04
#Allah


DamLa NuRDaNoriginally shared:

Kalbin karardığı nasıl bilinir, temizlenmesi nasıl olur?

Haram yemek kalbi karartır, hasta eder.
Zünnun-i Mısri hazretleri buyurdu ki: Kalbin kararmasının dört alameti vardır:

1- İbadetin tadını duymaz.
2- Allah korkusu hatırına gelmez.
3- Gördüklerinden ibret almaz.
4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlayıp kavrayamaz.

Muhammed bin Fadl Belhi hazretleri de buyurdu ki: Kalbin kararmasına 4 şey sebep olur:
1- Öğrendiği ile amel etmemek.
2- Bilmeyerek yapmak.
3- Bilmediklerini öğrenmemek.
4- Başkasının öğrenmesine mani olmak.

Nefs, kötü isteklerden [dinin yasakladığı şeylerden] kurtarılınca, kalb temizlenir.Kalbi temizlemek için riyazet ve mücahede gerekir. Riyazet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz, haramları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak gerekir. Mücahede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibadet yapmak istemez. İyilik ve ibadet ederek kalbi temizlemelidir!Nefsin istediği her şey, sonsuz ahiret nimetleri yanında kıymetsizdir. Ahiret nimetleri altın ise, dünya menfaatleri teneke bile değildir. Bu geçici basit menfaatler, sonsuz nimetlerle mukayese bile kabul etmez.

Kalbi temizlerken dört engel çıkar:

1- Mal sevgisi: Malın kendisi değil, sevgisidir. Kalbi temizlemek, ahireti kazanmak için malın önemi büyüktür. Fakat mal sevgisi engeldir. Mal sevgisini kalbden çıkarmalıdır!

2- Makam sevgisi: Ahiret nimetlerini elde etmek için makam ve mevki elbette iyidir. Mal gibi makamın da kendisi değil sevgisi engeldir. Hizmet için bir makama talip olmak başka şey, nefsin arzularını tatmin için makam sahibi olmak ayrı şeydir.

3- Yabancı sevgi: Allah sevgisinden başka her sevgiyi kalbden çıkarmalıdır!

4- Günah: Her günaha tevbe etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kim günah işlerse, kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Tevbe ederse silinir. Günahlara devam ederse, o leke büyüyüp kalbin tamamını kaplar.) [Nesai]

Bu dört engeli aşmak için dört şey gerekir.

1- Çok yememek, helalinden yemek.
(Haram karıştırmadan, kırk gün helal yiyenin kalbi nurla dolar. Kalbine nehir gibi hikmet akar. Dünya sevgisi kalbinden çıkar.) [Ebu Nuaym]

2- Çok uyumamak.
Çok yiyen çok su içip çok uyur. Çok uyuyan da Kıyamette pişman olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, çok yiyip içeni ve çok uyuyanı sevmez.) [İ.Gazali]

3- Çok konuşmamak.
Hadis-i şerifte, (Çok konuşan çok hata eder, çok günah işler. Çok günah işleyen de, Cehenneme gider) buyuruldu. (Ebu Nuaym)

4- Kötülerden uzak durmak.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir, kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin.) [Hakim]

Dua

$
0
0



Halit YıldızDUALAR
- 08:39
#Allah


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.
RAHMÂN ve RAHÎM olan ALLAH'ın adıyla.
Hamd yalnız âlemlerin RABBİ ALLAH C.C mahsustur.
ESSELAMÜN ALEYKÜM VE RAHMETULLÂH.
Selâmların en güzeli sizlerin üstüne olsun... HAYIRLI SABAHLAR....
DEĞERLİ ARKADAŞLARIM...
DEĞERLİ KARDEŞLERİM...
ALLAH C.C rahmeti merhameti bereketi hidayeti sevgisi gönüllerinize olsun...
Huzurlu sağlıklı bereketli sevdiklerinizle mutlu bir gün geçirmenizi nasip eylesin
Her güzellik gönlünüzce güzel olması dileklerimle.
Yüzündeki tebessüm gönlünüzdeki mutluluklar daim olsun
Bâki olan ALLAH C.C EMANETSİNİZ selam dua ile......
ALLAH C.C vekilimiz
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillâh elhamdülillâh elhamdülillâh rabbîl âlemîn vesselâtü vesselâmü alâ Rasûlulünâ muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihî ecmeîn
ALLAH'ım
Beni yolunda muaffak eyle....
Doğru yolundan ayırma.....
Seni zikr etmeyi.
Sana şükür etmeyi.
Sana güzelce ibadette bulunmayı bizlere nasip eyle kolaylaştır bizlere yardım eyle....
Nefislerimize bizleri mağlup eyleme.
ALLAH'ım
Bizlere sağlık ve afiyet nasip eyle.
Kazadan beladan şeytanın şerrinden fitneden fesattan iftirâdan nazârdan kötü insanların zülmünden bizleri koru muhafaza eyle.....
Helâl rızık helâl nimetler nasip eyle.
Her türlü haramdan nusubetten bizleri koru.....
ALLAH'ım
Dünya ve ahirette bizlere iyilik güzellikler ihsan eyle
Hesap günü sonsuz lütfunla günahlarımızı bağışla aff eyle.....
Cehennem azabından kabir azabından sana sığınıyoruz bizleri rahmetinle koru ve muhafaza eyle.....
Şüphesiz dualarımızı işiten ve kabul eden sensin dualarımızı kabul eyle...
Amin velhamdulillâhi rabbîl âlemîn cümlemize

İnsanlar Kıyamet günü öylesine ter akıtırlar ki..

$
0
0



AŞKI CAFERHADİSİ ŞERİFLER
- 19:06


Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İnsanlar Kıyamet günü öylesine ter akıtırlar ki, bu terler yerin içinde yetmiş zirâ'lık derinliğe kadar iner ve bu ter (yer üstünde de birikerek insanları konuşamaz hale getirmek üzere ağızlarına) gem vurur ve kulaklarına kadar ulaşır."
Buhari, Rikak 47; Müslim, Cennet 61, (2863).

İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır

$
0
0



AŞKI CAFERAYETLER
- 17:54
#Allah

- İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah'ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.
- O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir.
- Gök gürlemesi O'na hamd ederek tespih eder. Melekler de O'nun korkusundan tespih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.
- Gerçek dua ancak O'nadır. O'ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.
- Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah'a boyun eğer.(Ra'd, 11-15)

DUALAR

$
0
0



SeVDa GulDUALAR
- 09:57


❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷
❀➷❀ BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM ❀➷❀
❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷

●═(░●❀●░)═● Ey Efendilerin Efendisi ...!

...●═(░●❀●░)═● Bütün Dualara Cevap Veren ...!
●═(░●❀●░)═● Bütün Hayır Ve Hasenati Muhafaza Eden ...!
●═(░●❀●░)═● Ve Ücretlerini Veren ...!
●═(░●❀●░)═● Ey Dereceleri Rütbe Ve Makamlari Yükselten ...!
●═(░●❀●░)═● Sonsuz Rahmetiyle Maddi Ve Manevi Nimetlere ,
●═(░●❀●░)═● Bereket ihsan Ederek Arttıran ...!
●═(░●❀●░)═● Hata Ve Kusurlari Bağişlayan ...!
●═(░●❀●░)═● Bütün Belalari Uzaklaştiran ...!
●═(░●❀●░)═● Bütün Mevcudatın küçük , Büyük , Gizli , Açik
●═(░●❀●░)═● Birbirine Kariştırmadan Birden işiten ...!
●═(░●❀●░)═● Bütün Mahlukatın isteklerini Veren ...!
●═(░●❀●░)═● Sir Ve Gizlilikleri Bilen Rabbimiz ...!
●═(░●❀●░)═● Sübhan Sin YARABB ...!
●═(░●❀●░)═● Senden Başka İlah Yoktur ...!
●═(░●❀●░)═● Eman Diliyoruz Sen' Den Koru

●═(░●❀●░)═● Bizi Cehennemden ...!!!

●═(░●❀●░)═● AMIIIN ●═(░●❀●░)═●

❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷❀➷

ismi azam duası ve Sevgili peygamberimiz (Sav) dilinden

$
0
0



_–_M_u_r_a_t– A_l–t_a-y_–_DUALAR
- 03:04



_–_M_u_r_a_t– A_l–t_a-y_–_originally shared:

Arkadaşlarım şimdi anlatacağım yaşanmış bir hadisedir ..çok önemli çok güzel...

peygamber efendimizde bu olayı yorumlamıştır ben çok etkilendim ve size de aktarmak istedim.sonuna kadar muhakkak okuyun çok önemli..

Peygamber efendimizin döneminde bir tüccar varmış.Bu tüccar daima tek başına mekkeden medineye devesine eşyalarını yükleyip gider hiç bir zaman kervana katılmaz daima kendi başına gidermiş.Yine günlerden bir gün tek başına işini yapmak için yola koyulur ve çölün ortasında biraz duraklar soluklanmak için.

tüccar soluklanırken arkasında birinin geldiğini hisseder ve döndüğü gibi atın üstünde siyahlara bürünmüş bir adam görür ve adama şöyle der

- bütün mallarımı al yalnızca canımı bağışla?

adam;

- malların zaten benim ben senin canını alacağım!

tüccar;

- o zaman bana müsade et bari son defa namaz kılayım!

adam;
- pek ala kıl bakalım nasılsa bu son kılışın olacak der ve bekler

tüccar kamaet alır ve namaza durur namazı kılar güzelce ve namazda dua bölümünde en son olarak ismi azam duasını okur

'' YA VEDUDU YA VEDUDU YA ZEL ARŞİL MECİDİ YA MUBDİU YA MUİYDU YA FEALUN LİMA YURİT. ES ELUKE Bİ NURİ VECHİKELLEZİ MELEE ERKANE ARŞİKE VE ES ELUKE Bİ KUDRATİKELLETİ VE KADDERTE BİHA ALA HALKİKE VE Bİ RAHMETİKELLETİ VESİAT KULLE ŞEYİN KADİR LA İLAHE İLLA ENTE YA MUĞİYSU EĞİSNİ YA MUĞİYSU EĞİSNİ YA MUĞİYSU EĞİSNİ.''

Bu duayı tam 3 kere tekrarlar ve kalkar fakat garip bişey olur tam karşıda aynı simsiyah bir atın üstünde simsiyah bir adam belirir ve hırsız tüccarı bırakıp ona yönelir hırsız atı çok süratli sürer siyah atın üstüne diğer adam tek bir hareketle hırsızı yere düşürür.daha sonra tüccarın yanına getirir

ve tüccara şöyle der;

- öldür onu?

tüccar;

- ben hayatımda hiç kimseyi öldürmedim bunuda öldürmek istemem!

ve siyah atın üstünde ki adam kendisi hırsızı öldürür.

tüccar sorar;

- sen kimsin ben 3 katta ki meleklerden biriyim

tüccar;
nasıl geldin buraya der

melek;
sen ilkinde duayı okudun biz dedik allah içindir.
sen ikinci defa okuduğunda bizde dedik aşşağıda galiba bişeyler oluyor
sen üçüncü defa okduğunda gökteki kapılar öylesine bir çalındıki biz dedik aşşağıda çok mühim bişiler oluyor ve bende hemen Allaha dua ettim yalvardım seni kurtarmak için ve Allahta duamı kabul etti ben de geldim seni kurtardım ve tüccar hemen şükür secdesine kapandı ve meleğe de çok teşekkür etti
Tüccar gelişen olayı daha sonrasında ise peygamber efendimize nakletti ve peygamber efendimizde şöyle buyurdu;

'' Hiç şüphe yokturki Allah-ü teala sana ismi azam duasını telkin etti.
Kimki duasından önce ism-i azam duasını okursa ve daha sonra duasını yaparsa Allah muhakkak onun duasını kabul edecektir çünkü Allah'ın isimlerinin içinde en yüce si ismi azam duasıdır.'' buyurdu.

Allah'ın rahmetti ve bereketi üzerinizde olsun arkadaşlar.

Hızır ve Gelin

$
0
0



AŞKI CAFERTartışma
- 19:41


Hızır ve Gelin
1930'lu yıllar. Rize. Anzer, halkın kendi tabiri ile Ancer. Dünyaca balı ile meşhur olan Ancer. Binlerce poleni ve şifayı içinde barındıran balıyla meşhur Ancer. Kış. Yaylacılık yapan Ancerlilerin bir kısmı aşağıya Rize'ye şehre inmemiş, kışlamışlar. Yazdan yığdıkları otlarıyla, mallarını kışdan çıkarıp, bahara eriştirmenin çabası içindeler. Evet hepsinin mal tabir ettiği koyunları, sığırları var, tektük birkaç tanesinin de kara kovanı var. Şifa niyetine ilaç niyetine küçük bir kavanozu dolduracak kadar balları olurdu çoğunun. O da kış bitmeden tükenir giderdi.

Meryem. Lezgilerin kızı Meryem. Yeni gelin, beyini gurbete Samsun'a göndermiş. O da o kış yaylada kışlamış. Sabaha kadar kar yağmıştır. Tam kürekle yolu açayım deyip, kapıya yönelmekte iken, kapısı çalınır. Kapıyı açari. İhtiyar bir adam selam verir ve:

- Kızım, ben Aşağı Ancerdenim, gelinim aş eriyor, canı bal çekti, Allah rızası için, bir iki kaşık bal verirmisin?

Meryem gelin düşünmez bile, Allah rızası değil mi der, dibinde üç dört kaşık bal kalmış olan kavonozu getirir , onun da yarısını ihtiyar'a verir. İhtiyar:

- Allah razı olsun kızım, artsın eksilmesin der.

Meryem, kavanozu koymak için geri döner. Kavanozun ağzını kapatayım derken birde ne görsün, kavanoz ağzına kadar bal ile dolu. Meseleyi anlar, kapıya koşar, kar ile dolu yaylanın uçsuzluklarına bakar. Ne bir insan vardır ne de kar da bir iz. Gelen Hızırdır.

Aradan üç dört ay geçer, her gün bal yediği halde kavanoz her seferinde ağzına kadar bal ile doludur. Sırrını hiç kimseye açmaz. Yaza doğru beyi gurbetten gelir. Beyine her öğün bal verir. Bal bitmez, hem ancer balı olacak, bütün kış kalacak birde her öğün kaşık kaşık yenecek, bal bitmeyecek. Beyini merak sarar, sorar, cevap alamaz. Beyi en sonunda:

- Ne olur beni seviyorsan söyle ne oluyor. bunda bir iş var.
Meryem dayanamaz ve ağzı kapalı kavonozu da alır ve olayı anlatır. Kavanozu açıp işte bak ağzına kadar dolu demek istediğinde bir de ne görsün?

Kavonozun dibinde iki kaşık bal kalmış.

Evet, gerçek yaşanmış bir olay... Belki sizin başınıza da geldi, belki gelebilir. Meryem'in kavonozundaki bal bitmeyecekti. Sizin de belki cebinizdeki araba parasını verdiğiniz bir ihtiyar ardından elinizi her cebinizdeki cüzdana attığınızda tükenmeyecek para... Ama sakın ha. Sakın ha. Hızır ile karşılaştığınızı ve sırrınızı kimseye söylemeyin....

CUMA GECENİZ MÜBAREK OLSUN

$
0
0



Halit YıldızDUALAR
- 19:21
#Allah



BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.
Rahmân ve Rahîm olan ALLAH'ın adıyla...
Hamd yalnız âlemlerin RABBİ ALLAH C.C mahsustur ....

ESSELAMÜN ALEYKÜM VE RAHMETULLÂH. Selâmların en güzeli sizlerin üstüne olsun.

Değerli arkadaşlarım,
Değerli kardeşlerim.
HAYIRLI AKŞAMLAR.

CUMA GECENİZ MÜBAREK OLSUN....

ALLAH C.C rahmeti merhameti bereketi hidayeti sevgisi gönüllerinize olsun

ALLAH C.C huzurlu sağlıklı bereketli sevdiklerinizle mutlu bir akşam geçirmenizi nasip eylesin insaAllah.
yüzünüzdeki tebessüm, gönüllerinizde mutluluklar daim olsun
her güzellik gönlünce güzel olması dileklerimle
ALLAH C.C EMANETSİNİZ selam dua ile.....

Bismillahirrahmanirrahim

Hasbünallâhü ve ni'mel vekil . ni'mel mevlâ ve ni'mennasir ğufrâneke Rabbenâ ve ileyke'l masir
ALLAH C.C bize yeter O ne güzel vekildir,ne güzel yardımcı ve ne güzel dosttur...
Bizi bağışlamanı diliyoruz Ey Rabbimiz dönüş yanlız sanadır....

ALLAH C.C ..
Dualarımızı ibâdetlerimizi tövbelerimizi katında makbul ve kabul eylesin..
Yolunda muaffak eylesin...sonsuz lütfunla doğruluktan ayırmasın...
sonsuz rahmeti ile
hesap günü günahlarımızı bağışlasın bizlere merhɑmet eylesin...

ALLAH C.C size ve sevdiklerinize sarsılmaz bir iman, güzel bir ahlâk, şükredici bir kalb, sabredici beden, zikredici dil, kaza ve kaderine rıza gösteren hayırlı ömür, salih evlât, dünya ve ahirette güzellikleri ihsan eylesin inşallah..(amin) !
CUMA geceniz mübarek olsun hayırlısı ile Dünya ve ahiret seâdetimiz için duâ eder,
Evveliniz ve sonunuz selâmette olsun inşallah..
Amin velhamdulillâhi rabbîl âlemîn...

Bâki olan ALLAH C.C emanet olunuz ....
Sağlıcakla selametle hayırlı akşamlar..

(Mümin öldükten sonra, yedi amelinin

sevabı kabrinde de defterine yazılır.

Bunlar: İlim öğretmek, çeşme yapmak, su kuyusu kazmak,

meyve ağacı dikmek, cami yaptırmak, Mushaf bırakmak,

Ölümden sonra kendine istiğfar edecek salih evlat bırakmak.

[Ebu Davud]

ÇIKIP GELSE RESULULLAH!

$
0
0



Bulent SelvıTartışma
- 17:37
#Hadis




DamLa NuRDaNoriginally shared:

ÇIKIP GELSE RESULULLAH!

Hangimiz sevinç çığlıkları atmayız?
"Kâinatın Efendisi tekrar dünyayı şereflendirdi” deseler mutluluk gözyaşlarımız çağlayan olup akar. Şüphesiz ki O’na hepimiz yüreklerimizi açarız. Mübarek elini öper öper, başımıza koyarız. O gül kokusu gitmesin diye, günlerce elimize ve alnımıza su değdirmeyiz. O’nu gören gözlerimiz başka bir şeye bakmak istemez.

Çıkıp gelse Resulullah!
Bugüne kadar yaptıklarımızı düşününce kızarır mı yüzümüz? Günah galerimiz önümüze serilse o mübarek aydınlık yüze bakmaya cesaret edebilir miyiz? Pişmanlıklarımız katmerleşip kararan ruhumuzu sıkmaz mı?

Kendimizi zamanın kokuşmuşluğuna, sözde modern hayatın akışına kaptırdığımız için Allah’ın Resulü ile aramızdaki muhabbet köprüsü yara almaz mı? Başka sığınacak yer olmadığı için utansak da, sıkılsak da o büyük insanın şefkat ve merhamet iklimine sığınırız. Tevbelerimiz umutsuzluk bulutlarını dağıtır. Arınmış ruhumuzla, ertelenen vuslatımız öne alınsa dünyanın en bahtiyar insanı sayarız kendimizi…

Çıkıp gelse Resulullah!
O’nu evimize götürmeye cesaret edebilir miyiz? Eba Eyyüb El-Ensari gibi hevesle evimize buyur edebilir miyiz İslâm güneşini? Yoksa tereddütlerimiz mi galebe çalar hissiyatımıza?

Belli ki önce evimizin içler acısı manzarası geçer gözlerimizin önünden… Evvela evimizin başköşesinde duran içi renkli, ruhu kara televizyonu nereye saklayacağımızı geçiririz aklımızdan. Bununla beraber, her gün aldığımız; boy boy resimler içeren, bir çuval dolusu yalan haberden ibaret kartel gazetelerini atacak çöp sepeti ararız. Fakat telaşımızdan elimizde kalır sözde renkli hayatlardan ve renkli fotoğraflardan ibaret gazeteler… Evin duvarlarının yaşadıklarımıza şahitlik yapacağını düşünüp kıpkırmızı kesiliriz orta yerde!

Çıkıp gelse Resulullah!
Yıllar evvel duvara astığımız, dövünüp de bir türlü açıp okuma fırsatı bulamadığımız Kur’an-ı Kerim’e baktıkça utancımız ve korkumuz birbirine karışır. O Kur’an ki Resulullah’ın bize bıraktığı en büyük rehber ve emanettir. Emanet böyle mi saklanır ha!

Çıkıp gelse Resulullah!
Çocuklarımızı O’nunla tanıştırmaya utanmayacak mıyız? O çocuklar ki çoğu Kur’an okumayı bilmez. Düzenli namaz kılma alışkanlıkları yoktur. Sabahın kerahet vakitlerini uykuda geçirirler. Her sabah güneş üzerlerine doğar. Hayatlarından bereket çekilmiştir. Örtünmeyi çağdışı ve lüzumsuz ayrıntı olarak görenler bile vardır aralarında. Bir çoğunun maneviyat göklerindeki yıldızları çoktan sönmüştür. İslam güneşini hayatlarından kapı dışarı etmişlerdir.

Çıkıp gelse Resulullah!
Söyleyin, telaştan eliniz ayağınız birbirine dolanmaz mı? O mübarek insan seccade istese sizden, bazılarımız hatırlar mı acaba, en son Kadir gecesinde kullanılan seccadenin yerini? Tespihler çoktan kaybolmuştur evin dağınıklığında. Duvarlarda boy boy asılan artist posterleri, bu evde kimlerin örnek alındığını, hangi hayatların izinde gidildiğini göstermeye kâfidir herhalde...

Çıkıp gelse Resulullah!
Kütüphanelerimizde yıllarca hiç açılmadan duran ve üstü bir parmak toz bağlamış tefsir, hadis, kelam, akaid ve fıkıh kitaplarını ona nasıl gösteririz? Sünnet deyince kof zihninde bıçaktan başka bir şey canlanmayan, kurtuluşu ecnebi memleketlerde arayan çocuğumuzu onunla tanıştırmaya yüzümüz tutar mı? Allah sevgisinden ve günah korkusundan ağlayıp yaş dökmeyen gözlerimizi nasıl olur da onun mübarek gözlerine değdirebiliriz? Her geçen gün heva ve heveslerimiz yüzünden kararan kalbimize onun sevgisini sığdırabilir miyiz?

Çıkıp gelse Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem!
Bir günlük hayatımızı gözlese, Ümmetinin durumuna üzülmez mi? Onu üzen bizler, nasıl olur da şefaatini talep edebiliriz? Söyleyin dostlar, O’nu misafir etmeye kaçımız hazırız?

HALİL İBRAHİM BEREKETİ

$
0
0



_–_M_u_r_a_t– A_l–t_a-y_–_Tartışma
- 16:12


HALİL İBRAHİM BEREKETİ

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış
Büyüğü Halil...
Küçüğü ise İbrahim...
Halil, evli çocuklu.
İbrahim ise bekarmış...
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...
Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş..
Bununla geçinip giderlermiş...
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.
İkiye ayırmışlar....
İş kalmış taşımaya....
Halil, bir teklif yapmış :
İbrahim kardeşim ;
Ben gidip çuvalları getireyim.
Sen buğdayı
bekle.
Peki abi demiş İbrahim...
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye....
O gidince, düşünmüş İbrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine
Böyle demiş ve,
Kendi payından bir miktar atmış onunkine...
Az sonra Halil çıka gelmiş.
Haydi İbrahim...! Demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
Peki abi...!
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola..
O gidince, Halil'i düşünür bu defa:
Der ki:
Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardeşim bekar.
O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle düşünerek,
Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.....
Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet akşam olur.
Karanlık basar.
Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile....
Hak teala bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.
Şaşarlar bu işe...
Aksine çoğalır buğdayları.
Dolar taşar ambarları.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı :
Halil İbrahim bereketidir..

Rabbim böyle güzel içten pazarlıksiz birbirini ALLAH için sevenlerden etsin inşaALLAH..
Sevgilerimle saygilar selamlar...

Kur'an 114 parçadan oluşur..

$
0
0



Suskun YüreğimİLGİNÇ GERÇEKLER
- 09:54



Suskun Yüreğimoriginally shared:

Kur'an 114 parçadan oluşur. Her parçaya SURE denir..Sure anlamını, SUR kelimesinden alır, yani korunaklı yapı..
Sureler en az 3 ayetten oluşur..Ayet ise, delil işaret, iz anlamlarına gelir..Surelerin ismini bizzat RasulAllah koymuştur..Selam ona olsun..
Kur'an, 4 esas üzerine kurulmuştur..
1-Haramlar helaller
2-Örnekler
3- Menkibeler
4-Müteşabıh,teşbih ayetler..
Kitab'ın neresini açıp okumaya başlarsanız, bu 4 temel başlıktan biri ile karşılaşırsınız..
Ya bir emir ya bir örnek ya bir peygamberin hayatından kesit ya da bir benzetme ile..
Tüm inananların yaşam kılavuzudur o ve her konuda aydınlatıcı bir bilgi bulabilirsiniz Kur'an'da..

Çanakkale geçilmez!

$
0
0



Zehra ÇAĞ.Tartışma
- 08:51
#Çanakkale


Biz Mehmet, biz Yahya, biz Seyit’iz,
Biz Ali, biz Nezahat, biz Hatice’yiz,
Biz Safiye, biz Ahmet, biz Fatma, biz Elif’iz
Göğsümüzü siper ederiz kahpe kurşun önünde
Vurulur, vurulur, vurulur
Ama ölmeyiz.
Biz Mustafa Kemal’iz.
Toprak inadına yeşerir her bahar,
Güneş inadına doğar…
Bu bayrak inadına dalgalanır mavi göklerde,
Ay ve yıldız inadına parlar
Söyledik size Türk askeri eğilmez,
Geçilmez Çanakkale,
Çanakkale geçilmez!

Siz hiç bir mermi tarafından kovalandınız mı? Çanakkale Geçilmez!

$
0
0



Zehra ÇAĞ.Tartışma
- 08:47


Siz hiç bir mermi tarafından kovalandınız mı?
Yaşıtlarınızla saklambaç oynayacak çağınızda, bu oyunu düşmanla oynamak zorunda kaldınız mı?
Bir kurşun tarafından sobelendiniz mi ansızın?
Ensenizde ölümün nefesini hissederek, uykuya yatıp uyanmadığınız oldu mu?
Kınalanmış saçlarınız hendek duvarlarında toza, kana bulandı mı hiç?
Silaha sarıldınız mı ananızın kokusu tüterken burnunuzda?
Onun dizi yerine bir tümseğe koydunuz mu başınızı?
Onun elleri yerine barut kokusu okşadı mı saçlarınızı?
Şefkate en ihtiyacınız olduğu bir anda kopuk ve artık soğumuş bir eli dayadınız mı yanağınıza?
Öpüp götürdünüz mü alnınıza sonra?
Rüzgar, memleket türkülerini toplayıp eteğinde döküverdi mi meydana, savaşın çığlığı ile harmanlayıp gözünüzün önünde?
Dalgalanan bir bayrak hışırtısına yüklediniz mi selamlarınızı?
Kayan yıldıza değil de uçuşan mermilere fısıldadınız mı rüyalarınızı?

Yeryüzü günde beş defa şöyle seslenir

$
0
0



sevde KuralİLGİNÇ GERÇEKLER
- 17:30


Yeryüzü günde beş defa şöyle seslenir:

1- Ey Âdemoğlu! Sen üzerimde yürüyorsun fakat dönüp bana geleceksin.

2- Ey Âdemoğlu! Sen üzerimde çeşit çeşit şeyler yiyorsun. Fakat içimde seni kurtlar yiyecek.

3- Ey Âdemoğlu! Sen üzerimde gülüp duruyorsun. Fakat içimde ağlayacaksın.

4- Ey Âdemoğlu! Üzerimde sevinip duruyorsun. Fakat içimde üzüleceksin.

5- Ey Âdemoğlu! Üzerimde günah işliyorsun. Fakat içimde azab edileceksin. (Tenbîhü’l-Gâfilîn)

Allah'ı Kim sever, Allah Kimleri Sever

$
0
0



Bulent SelvıGÜZEL SÖZLER
- 15:06



Erdal KAYAKIRANoriginally shared:

OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM.
“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz, sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.” (ALİ-İMRAN SURESİ – 191. AYET)

Her iyiliğin başı Allah’ı sevmektir. Dünyadaki mutlu hayat, Ahirette cennetin sonsuz nimetleri bu sevgi sayesinde elde edilir. Allah’ı sevmek, O’nu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Çünkü insan, ancak tanıdığını ve bildiğini sever. Bir İslam büyüğü olan Hasan-ı Basri’nin: “Rabbini bilen O’nu sever.” sözü ne güzeldir.

Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de belirtilen sıfatları ile tanınır. O, âlemlerin Rabbidir, bütün âlemleri yaratan ve yaşatan O’dur. O’ndan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi gören ve bilendir. Yerde ve göklerde O’na saklı hiçbir şey yoktur. Her şeyi görür ve işitir. Hatta gönüllerde saklı olan şeyleri de bilir. Rahman’dır, Rahim’dir, insanlara ve bütün canlılara sonsuz şefkat ve merhameti vardır. Yarattığı insanlardan O’na inanmayanları da yedirip içirmekte ve doyurmaktadır. İnsanları öldürüp diriltecek ve huzurunda sorgulayacak olan O’dur. Emirlerine uyup yasaklarından sakınmış olanları cennetle ve cennetin nimetleriyle mükafatlandıracak olan O’dur. Her şeye gücü yeter. Kâinatta olan her şeyi, güneşi de, ayı da, denizleri ve nehirleri de hepsini insanoğlunun hizmetine veren ve emrine amade kılan O’dur.

Bu sıfatlar, Allah’tan başka kimde bulunabilir? Hiç kimsede bulunamaz. En üstün yaratık olan insandaki yetenekleri insana veren O’dur. Bunun için insanoğlu yalnız O’na ibadet etmek ve her şeyden daha çok O’nu sevmek durumundadır.

Her şeyde bize örnek olan Peygamberimiz (SAV) Allah’ı sevmede de bize en güzel örnektir. O’nun hayatını inceleyenler, O’nun Allah’ı ne kadar çok sevdiğini göreceklerdir. Allah’ı sevmede, O’na güvenip dayanmada tek örnek alınacak insan Peygamberimiz (SAV)’dir.

Allah sevgisi insanı Allah’a yaklaştırır ve O’nun rızasını kazanmasına vesile olur. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Davut (AS)’ın dualarından birisi şöyle idi: Allah’ım, senden senin sevgini ve seni sevmeye ve senin sevgine beni ulaştıracak amelleri dilerim. Allah’ım, senin sevgini bana nefsimden, çoluk çocuğumdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl.”

Peygamberimiz (SAV), Allah’ı candan sever ve O’na ibadet etmekten büyük haz duyardı. Hadis kitapları, Peygamberimiz (SAV)’in gece namazında ayakları şişinceye kadar ayakta durduğunu haber veriyorlar. Kendisine: Ey Allah’ın Rasülü, yüce Allah seni bağışlamışken bu kadar zahmete neden katlanıyorsun? Dediklerinde, O: “Niçin Allah’a şükreden kul olmayayım?” diye cevap veriyordu. Bu cevap, O’nun, Allah korkusu endişesiyle değil, Allah’a olan sevgisi ve derin saygısı sebebiyle ibadet ettiğini gösteriyordu.

Peygamberimiz (SAV)’in şu yalvarışı, O’nun Allah’a olan sevgisini gösterir: İbni Abbas (RA) Anlatıyor: Peygamberimiz (SAV) gece yarısı namaza kalktığında şöyle yalvarırdı: “Allah’ım, hamd sana mahsustur. Göklerin ve yerin nuru, nur vereni sensin. Hamd sana mahsustur. Göklerin, yerin, göklerdekilerin, yerlerdekilerin Rabbi sensin. Sen haksın, vaadin haktır. Sözün hak, sana kavuşmak haktır. Allah’ım, ben sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim, sana sığınıyorum. Sana güvenerek mücadele ediyorum. Düşmanımla aramızda ancak senin hakemliğine başvurdum. Benim gerek evvelce işlediğim ve gerekse bundan sonra işlemem muhtemel bulunan günahlarımla, gizli ve aşikâr yaptıklarımı bağışla. Benim ilahım sensin, senden başka hiçbir ilah yoktur.”

Görülüyor ki, Peygamberimiz (SAV) gece uyku ve istirahatını terk ederek kalkıyor ve o sessizlik içinde namaz kılıyor ve sonunda Allah’a el açarak yalvarıyor. Bu davranışı, O’nun Allah’ı nasıl sevdiğini göstermektedir. Esasen Allah’a yapılan ibadetin makbul olanı budur. Severek, isteyerek ve saygı duyarak yapılan ibadet en makbul ibadettir.
Peygamberimiz (SAV) her vesile ile Allah’a olan derin sevgisini dile getirirdi. Ömer b. Hattab (RA) anlatıyor: “Peygamberimiz (SAV)’in huzuruna Havazin kabilesinden bir takım esirler gelmişti. Bunların içinde emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O.göğsüne biriken sütü esirler arasındaki çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın esirler arasında kendi çocuğunu bulunca hemen onu alıp bağrına bastı ve derin bir sevgi ile çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat ve sevgiyi görünce Peygamberimiz (SAV) bize: “Şu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” buyurdu. Biz de: “Hayır, atmamaya gücü yettiği müddetçe atmaz.” dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “İşte Allah Teala kullarına bu kadının çocuğuna olan sevgi ve şefkatinden daha merhametli ve şefkatlidir.” buyurdu.
Bir kere Ashap’tan biri şöyle olay anlattı: “Bir çalılığın içinde birkaç kuş yavrusu gördüm. Onları aldım, ihramımın içine koydum. Biraz sonra anneleri geldi. İhramımın etrafında döndü durdu. Ben ihramımı açar açmaz o da yavrularının yanına girdi.” Peygamberimiz (SAV) anlatılanları dinledikten sonra: “Anneliğin şefkatinden hayret mi ediyorsunuz? Beni gönderen Allah’a yemin ederim ki, Allah Teala kullarını, bir annenin yavrularını sevmesinden daha fazla sever.” buyurdu.
ALLAH’I KİM SEVER?
Hiç şüphe yok ki Allah’ı, O’nu tanıyan, O’na inanan kimse sever. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp O’na koştukları eşleri ilah olarak benimseyip onları Allah’ı sever gibi sevenler vardır. İnananların Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.” (BAKARA SURESİ – 165. AYET)

Ayet-i Kerimede önemli bir uyarıda bulunuluyor. Gerek Allah’ı tanımayarak olsun ve gerek olmasın ilahlık manasında Allah’a ortak yapıp, onları Allah’ı sever gibi severler. Onları eriştikleri nimetin sahibi olarak görürler. Onları sevgisini hareketlerinin başı olarak kabul ederler. Allah’a yapılacak şeyleri onlara yaparlar. Allah’ın rızasını düşünmeden onların rızalarını elde etmeye çalışırlar. Allah’a isyan sayılan şeylerde bile onlara itaat ederler. Yazık, bunlar sapıklığın içinde bocalayan zavallılardır. Çünkü bunlar kendilerini yoktan var eden Allah’a yönelmeleri ve O’nun verdiği nimetlere şükretmeleri gerekirken onlar, kendilerine hiçbir fayda ve zararı olmayan, Allah’a ortak koştukları şeylere bağlanırlar. Onun için bunlar yollarını şaşırmış zavallı insanlardır.

Ancak müminlerden her şeyden daha çok Allah’ı severler, O’na yönelirler, O’ndan dilekte bulunurlar. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Bir kimsede (tam olarak) üç özellik bulunursa imanın tadını duyar: Allah ile Peygamberi kendisine başkalarından daha sevgili olmak, sevdiği kimseyi yalnız Allah için sevmek, Allah onu küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak.”

Allah’ı sevenler, O’nu her zaman anarlar. Bir insanın sevdiğini sık sık anmasından daha olağan ne olabilir? Sevilen Allah olunca, bu anış insanın bütün varlığını kaplayan bir aşk haline dönüşür. Böyle olunca Sevgili Peygamberimiz (SAV)’in buyurduğu gibi Allah Teala, o kimsenin işiten kulağı, gören gözü ve konuşan dili olur.

Gönüllerinde Allah sevgisi yer etmiş olan kimseler her zaman ve her yerde Allah’ı anarlar. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her zaman) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz, sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.” (ALİ-İMRAN SURESİ – 191. AYET)

Hz Aişe (RA) validemiz anlatıyor: Bir gün peygamberimiz (SAV) bir zatı bir askeri birliğin başına göndermişti. O zat birliğe imam olduğunda namazı İHLÂS suresiyle kıldırdığı, uzun sure okumadığı için Peygamberimiz (SAV)’e şikâyet edildi. Peygamberimiz (SAV): “Bunu ne maksatla yaptığını kendisine sorun.” buyurdu. Sordular. O zat: “İhlâs suresi Allah’ın sıfatlarını ihtiva ettiğinden onu okumayı seviyorum. Onun için namazı bu sure ile kıldırdım.” deyince Peygamberimiz (SAV): “Siz de ona müjdeleyin, Allah kendisini seviyor.” buyurdu.

Bütün ibadetler, Allah’ı anmak ve daima onu hatırlamak içindir. Bu itibarla Allah’ı anmak en üstün ibadet sayılmıştır. Nitekim Ebu’d Derda’nın anlattığına göre Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur: “Size işlerin en hayırlısını, Allah katında en makbulünü, dereceleriniz bakımından en yükseğini, altın ve gümüş dağıtmaktan daha üstününü, savaş alanlarında düşmanlarınızla karşılaşıp onları öldürmenizden daha hayırlı olanını haber vereyim mi?” diye sordu. Ashap: “Evet ey Allah’ın Rasülü, haber ver.” dediler. Peygamberimiz (SAV): “Allah’ı anmaktır.” buyurdu.
Allah’ı ananların Allah tarafından anılacaklarını ve O’nun tükenmek bilmeyen maddi ve manevi nimetlerine, sayısız lütuflarına erecekleri Kur’an-ı Kerim’de müjdelenmiş ve şöyle buyrulmuştur:
“Siz beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, Nankörlük etmeyin.” (BAKARA SURESİ – 152. AYET)
Bu ayet-i kerime şu tabirlerle açıklanmıştır:

1-) Siz beni bana dua ederek, ben de sizi duanızı kabul ederek anayım.
2-) Beni överek ve itaat ederek anın, ben de sizi nimetimi arttırarak anayım.
3-) Siz beni yerlerde anın, ben de sizi kırlarda ve çöllerde anayım.
4-) Siz beni refah ve rahat içindeyken anın, ben de sizi felaket ve musibete uğradığınız zaman anayım.
5-) Siz beni ibadetle anın, ben de sizi yardımımla anayım.
6-) Siz beni İslam’ı yaymak için anın, ben de sizi hidayetimle anayım.
7-) Siz beni “Allah’tan başka ilah yoktur.” diyerek anın, ben de sizi kulluğa kabul ederek anayım.

Görülüyor ki, Yüce Allah kulunun, kendi rızası için olan hiçbir davranışını karşılıksız bırakmıyor.

Ebu Hüreyre (RA) Peygamberimiz (SAV)’in şöyle buyurduğunu haber veriyor:

“Aziz ve Celil olan Allah buyurur ki: Ben kulumun beni sanısı yanındayım, beni nasıl sanırsa ben öyleyim. Kulum beni andığı zaman muhakkak onunla beraberim. O, beni gönlünde gizlice anarsa ben de onu öyle anarım. Eğer beni bir topluluk içinde anarsa ben de onu, içinde andığı topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım.”

Bu hadis-i şerifte, Allah Teala’nın kuluna yakınlık derecesini anlatmak için kullanılan karış, arşın, kulaç gibi gözle görülen şeylere ait ölçü aletlerinin Allah Teala hakkında kullanılması tamamıyla mecazi tabirlerdir. Bunun gibi Allah hakkında koşmak tabiri de kulun isteğine ve duasına süratle icabet etmekten kinayedir.

Allah ve Peygamber sevgisi imandandır. Bu sevgiden yoksun olan kimsenin gerçek anlamda inanmış olduğu söylenemez. Nitekim Hz Ömer (RA): “Ey Allah’ın Rasülü! Ben sizi canımdan başka her şeyden daha çok severim.” dedi. Peygamberimiz (SAV): “Ey Ömer, canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, beni canından daha çok sevmedikçe olgun mümin olamazsım.” buyurdu. Peygamberimiz (SAV)’i dikkatle dinleyen Hz Ömer (RA): “Ey Allah’ın Rasülü, vallahi ben şimdi sizi canımdan da daha fazla seviyorum.” deyince Peygamberimiz (SAV): “Ya Ömer, işte şimdi olgun mümin oldun.” buyurdular.

Peygamber sevgisi Allah sevgisinden gelir. Peygamberi sevmek Allah’ı sevmek demektir. Âlimleri, muttakileri ve hayır sahiplerini sevmek te böyledir. Zira sevilenin sevgilisi de sevilir. Sevilenin elçisi de sevilir. Sevileni seven de sevilir. Burada gerçekte sevilen yalnız Allah’tır. O’ndan başka gerçek hak eden yoktur. Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım: İnsan için ilk önce sevilen şey kendi nefsidir. Kişinin kendi kendisini sevmesi demek, varlığının devam etmesini istemesi ve yok olmaktan hoşlanmaması demektir. Bu, yaratılışta insanda var olan bir özelliktir. Aslında insanda var olan bu duygu Allah’ı sevmeyi gerektirir. Çünkü kendisini ve Rabbini bilen, varlığının devam ve kemalinin kendisinden değil, Allah Teala’dan olduğunu anlar. Onu yoktan var eden, yaşatan O’dur. Çünkü varlıklar arasında varlığı zatının gereği olan ve var olmakta hiçbir şeye ihtiyaç duymayan yalnız Allah Teala’dır. O’ndan başka her şey O’nun kudreti ve yaratması ile vardır. Bunun böyle olduğunu bilen kimse elbette kendisini var edeni ve her şeyi ona vereni sever, sevmesi gerekir. O’nu sevmesi, kendini ve Rabbini bilmesinden ileri gelir. Sevgi, bilginin meyvesidir. Bilgi olmazsa sevgi de olmaz. İnsan anne-babasını sever. Niçin sever? Çünkü onlar onun var olmasının sebebidirler. Ayrıca da onu yetiştirip büyütmüşlerdir. Bunun için anne-baba sevilir. Hâlbuki insanı yaratan Allah’tır. Anne ve babayı onun var olması için sebep kılan da O’dur. Anne ve babaya çocuk sevgisini veren de O’dur. Hayvanlara bile bu sevgiyi vermiştir.

Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Allah Tela rahmetini yüz parça yaptı. Doksan dokuz parçasını kendi yanında tuttu, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu parça rahmet sebebiyle bütün Yaratıklar birbirleriyle sevişirler. Hatta kısrak, yavrusunu emzirirken dokunur korkusuyla bir ayağının tırnağını kaldırır.”

Evet, Peygamber sevgisi, Allah sevgisinden sonra gelir. O’nu seven ve sünnetine uyan, dünyada olduğu gibi ahirette de mutlu olacak, O’nunla birlikte cennete girecektir. Enes b. Malik (RA) anlatıyor: “Bir defa Peygamberimiz (SAV)’le birlikte mescidden çıkıyorduk. Mescidin kapısında bir adam karşımıza çıktı ve: “Ey Allah’ın Rasülü, kıyamet ne zaman kıpacak?”diye sordu. Peygamberimiz (SAV): “Sen kıyamet için ne hazırladın?” diye sordu. Adam: “Ey Allah’ın Rasülü, ben kıyamet için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım, ancak ben Allah’ı ve peygamberi (SAV)’i severim.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “O halde sen sevdiklerinle beraber olacaksın.” buyurdu.”

Konu ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Kim Allah ve Peygamberine itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, iyilerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (NİSA SURESİ – 69. AYET)
Allah ve peygamber sevgisinin imandan olduğunu söyledik. İnananların da birbirini sevmedikçe gerçek anlamda mümin olamayacakları Peygamberimiz (SAV) tarafından bildirilmiş ve şöyle buyurmuştur: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız. Size bir şey söyleyeyim, onu yaptığınız zaman sevişirsiniz: Aranızda selamı yayınız.”
Müminler birbirlerini Allah için sevmelidirler. Allah için olmayan sevginin Allah katında bir değeri yoktur. Birbirlerini Allah için değil de şahsi çıkar uğruna sevenlerin kıyamet günü birbirlerine düşman olacakları Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir:

“O gün Allah’tan korkanlar hariç birbirlerine dost olanlar düşmandırlar.” (ZUHRUF SURESİ – 67. AYET)
Allah ve Peygamber sevgisi ile birbirini sevenler, birbirlerine saygılı davranırlar. Birbirlerine haksızlık yapmaktan, birbirinin zararına olacak tutum ve davranışlardan kaçınırlar. Kendileri için arzu ettikleri iyilikleri sevdikleri için de arzu ederler. Birbirlerine daima iyi ve yararlı öğütlerde bulunurlar. Felaket zamanlarında birbirlerine yaklaşır, üzüntülerini paylaşırlar. Muhtaç iseler ellerinden gelen her türlü yardıma koşarlar.
Kıyamet günü en yüksek dereceyi, Allah sevgisi ile birbirlerini sevenlerin alacağı müjdelenmiştir. Muaz (RA)’ın rivayetinde Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur: “Allah Teala: Benim hoşnutluğum uğruna sevişenler için, Peygamberlerin ve şehitlerin bile imrenecekleri derecede nurdan kürsüler vardır.”
Görülüyor ki Allah sevgisi, dünya ve ahiret mutluluğunun vesilesidir. Allah sevgisi etrafında birleşmemiz ve bu sevgi ile birbirimizi sevmemiz, Allah’ı razı edecek bir davranış olacaktır
ALLAH’I SEVMENİN BELİRTİSİ NEDİR?
Allah’ı sevmek O’nun gönderdiği son Peygamber Hz Muhammed Mustafa (SAV) Efendimize uymakla olur. Peygamberimiz (SAV)’i örnek almayan, onun sünnetini uygulamayan kimsenin Allah’ı seviyorum demesinin bir anlamı yoktur.
Kur’an-ı Kerim bu konuda şöyle diyor:
“(Ey Muhammed) de ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.”

(ALİ-İMRAN SURESİ - 31. AYET)
Evet, insanın sadece Allah’ı seviyorum demesinden bir şey çıkmaz. Kişinin sözünden çok işine bakılır. Allah’ı sevmek demek, O’nun Peygamberini de sevmek demektir. Peygamberi sevmek demek ise onun izinden gitmek ve her işte O’nu örnek almaktır. Allah’ı seveni, Allah’a itaat edeni Allah da sever, başkalarına da sevdirir. Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayetinde Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Allah Teala bir kulunu sevdiği zaman, Cebrail (AS)’a: “Allah filanı seviyor, onu sen de sev.” diye emreder. Cebrail (AS) da onu sever ve gök ehline: “Allah filanı seviyor, siz de seviniz.” diye seslenir. Bunu üzerine göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzünde onun sevgisi kalplerde yerleşir.”
Görmediğimiz İslam âlimlerine duyduğumuz sevgi ve saygının sebebi bu hadiste açıklanıyor.
Son olarak şunu söyleyelim ki, Allah’ı seven O’nun Peygamberini de Allah’ın sevdiklerini de sever. Ne mutlu Allah sevgisi gönlünde yer etmiş olanlara ve yine ne mutlu Allah için, O’nun rızasını kazanmak için birbirlerini sevenlere. Bir hadis-i şerif’le konumuzu bitirelim: Ebu Hüreyre (RA) rivayet ediyor: Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Allah Teala kıyamet gününde: Benim için sevişenler nerededir? Onları gölgemden başka gölge bulunmayan bir günde Arşımın gölgesinde gölgelendireceğim. Der.”

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ AĞUSTOS - 2000 SAYISI
Vehbi AKŞİT
Kuşadası İlçe Müftüsü
Merkez Kaleiçi Camii
Cuma Vaazları

GIYBET

$
0
0



DamLa NuRDaNSÜNNET
- Dün 17:01



DamLa NuRDaNoriginally shared:

BUGÜN GIYBETI İŞLEYECEĞİM KONU OLARAK,TABIRI YERINDEYSE RUHUMUZU DARLAYAN NEREYE GIDERSEK GIDELIM KARŞIMIZA ÇIKAN BU BÜYÜK BELA VE MUSIBETTEN NASIL KORUNABİLİRİZ, NELER YAPMALIYIZ, GIYMETİN DINDE HÜKMÜ NEDIR ? Bakalım..

Sual: Birisi, deşarj olmak için, rahatlamak maksadıyla gıybet ediyor.
Deşarj olmak gibi faydalı bir niyetle gıybet etmek caiz olur mu?

Deşarj olmak için gıybet etmek caiz olmaz. Zaten herkes deşarj olmak için gıybet eder. Bütün günahlar da buna benzer, deşarj olma isteğinden kaynaklanır. Nefsin gıdası günahlar olduğu için, günah işleyince nefsimiz rahatlar. Hâlbuki sâlih müminler günahtan rahatsız olur, çünkü günahlar, nefsin gıdası ise de kalbin zehridir.

Gıybet edilen kimse, bu konuşmalardan hoşlanmazsa, duyunca üzülecekse gıybet olur.
İhtiyaç halinde gıybet caiz olur. Birkaç örnek verelim:

1- Bir haksızlığı, bir yolsuzluğu şikâyet için, ilgili mercilere bildirmek.
2- Etkili ve yetkili birisine, kötülüğe mani olması için, (Falanca, gayri meşru iş yapıyor) demek.
3- Bid'at sahibi ile gezen birine, (Onunla gezme, o mezhepsizdir) demek.
4- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek.
5- İnsanları, açıktan günah işleyenlerden korumak için, mesela (O kumarbazdır) demek.
6- Gıybet edileni bir zarardan önlemek için, bunu önlemeye gücü yeten birisine onun yanlış işlerini söylemek. Mesela, sigara veya bira içen çocuğun babasına gidip durumu bildirmesi, babası da, onu önleyecek güçte ise, bu şikâyet çocuğun faydasına olacağı için caizdir.
7- Müslümanları, bid’at ehlinin zararlarından korumak için, bunların kitaplarının ve yazılarının bozukluğunu, sözle veya yazıyla bildirmek. [Bunu yapmak, aynı zamanda dinin emridir.]

PEKİ GIYBETIN KEFARETI NASIL OLUR ?

Gıybet etmenin kefareti, üzülüp tevbe etmek ve helalleşmektir. Pişman olmadan helalleşmek, riya olur, ayrı bir günah olur. Gıybet, üç türlüdür:

1- (Bu gıybet değil, onda olan şeyleri söyledim) demek. Böyle söylemekle, harama helal demiş olur ki, çok tehlikelidir.

2- Gıybet olunan, bunu duymuşsa, tevbe etmekle affedilmez. Onunla helalleşmek de gerekir. Bir hadis-i şerif meali: (Gıybetini yaptığı kişi, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.) [Deylemi]

3- Gıybet olunanın bundan haberi yoksa, tevbe ve istiğfar etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur. (Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişiyi de affet) diye dua etmelidir!

İki hadis-i şerif meali :

(Gıybetin kefareti, gıybet edilenin mağfireti için dua etmektir.) [İbni Lâl]
(Gıybet eden, gıybet edilen için mağfiret dilerse gıybet günahına kefaret olur.) [Hatib]

Zamanımızda bazıları kadere imanın şart olmadığını söylüyorlar. Bunlar kendileriyle beraber bu söze inananları da mânevî felâkete sürüklüyorlar

$
0
0



DamLa NuRDaNSÜNNET
- 15:11



DamLa NuRDaNoriginally shared:

DIKKAT !... Zamanımızda bazıları kadere imanın şart olmadığını söylüyorlar. Bunlar kendileriyle beraber bu söze inananları da mânevî felâkete sürüklüyorlar.

Kader, Allah’ın yarattıkları hakkında tayin ettiği hükümdür. Hayır-şer ne varsa hepsinin, Allah’ın takdiri ve bilgisi altında meydana gelmesidir. Kadere iman İslam inancının 6 esasından biridir, O olmayınca diğer beşine de inanılmamış olur. Kader akılla kavranılamayacak zor bir mesele olduğundan bu konuda akıl yürüterek ileri geri konuşmak insanı yanlışa götürebilir. Kadere imanın ehemmiyetine bakalım:

1- Bir gün ashabı kiramdan bazı kimseler kader üzerinde tartışıyorlardı. O sırada Resûlüllah (s.a.v.) geldi. Onların kader üzerinde münakaşa ettiklerini öğrenince öyle öfkelendi ki yüzü kıpkırmızı oldu. Ve şöyle buyurdu:

“(Bu meselede) münakaşa yapmakla mı emrolundunuz? Kur’an’ın âyetlerinin bazılarını bazılarıyla karşılaştırıp duruyorsunuz. Sizden önceki ümmetler işte böyle şeylerden dolayı helak oldular.” (Kütüb-i Sitte )

2- Adiyy b. Hâtim radıyallâhü anh anlatıyor:

“Resûlüllah (s.a.v.) bana, “Ey Hâtim’in oğlu, Müslüman ol ki selâmete eresin” buyurdu. Ben:“ İslam nedir?” diye sordum. Resûlüllah şöyle buyurdu:“Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de onun resûlü olduğuma şehadet etmen ve hayır-şer, tatlı-acı her şeyiyle kadere iman etmendir.”

3- Nezâl b. Sebre anlatıyor:

Hazreti Ali’ye. “Ey mü’minlerin emiri!Şurada, Allah, olacak bir şey meydana gelinceye kadar bilmez, diyen bazı kimseler var, denilmişti. Hazreti Ali (r.a.):“Allah onları kahretsin. Neye dayanarak bunu söylüyorlar?” dedi. (Hayâtüs Sahâbe, c: 4)

4- Peygamberimiz’in amcası Hazreti Abbas’ın oğlu Abdullah b. Abbas radıyallâhü anh, İslam âlimlerinin Kur’an müfessirlerinin piri ve üstazı kabul ettiği kimsedir. Bu zat yaşlanmış ve gözleri görmez olduğu bir zamanda anlatıyor: “Bazıları bana, bir adamın kadere inanmadığını söylediler. “Onu bana getirin” dedim. “Onu ne yapacaksın?” dediler. "Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, yapabilirsem burnunu koparacağım” dedim.”

5- Atâ b. Ebî Rebâh anlatıyor:

“İbni Abbas’a, bazıları kader hakkında ileri geri konuşuyorlar” dedim. “Demek bunu da yaptılar ha!” dedi ve şöyle devam etti:“Onlar bu ümmetin kötüleridir. Onların hastalarını ziyaret etmeyin. Cenaze namazlarını kılmayın. Onlardan birini görsem vallâhi şu iki parmağımla gözlerini oyarım.” (Hayâtüs Sahâbe, c. 4)

6- Ashabı kiramdan Ubâde b Sâmit Hazretlerinin oğlu Velid anlatıyor:

“Babam hastaydı. Ölmek üzere olduğunu düşünüyordum. “Babacığım, biraz gayret et de bana bir nasihatta bulun” dedim. Babam, “Beni doğrultun”dedi. Doğrulttum. Oturunca şunları söyledi:

“Oğlum! Kadere, hayra ve şerre (hayrın da şerrin yaratıcısının Allah olduğuna) inanmadıkça ne gerçekten inanmış ne de Allah’ı hakkıyla bilmiş olursun…Yavrum, ben Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu işittim:

“Allah ilk olarak kalemi yarattı ve ona “Yaz!” buyurdu. İşte kalem o anda kıyamete kadar olacakları yazdı.” Yavrum, eğer bu inanç üzere ölmezsen, cehenneme girersin.” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, İbn-i Kesir tef. 4/268)

7- Nâfî (rah. a.) anlatıyor:

Bir adam İbni Ömer radıyallâhü anhümâya gelerek, “ Falan kimsenin sana selamı var” diyerek Şamlı bir adamdan selam getirdi.İbni Ömer (r.a.) “Duyduğuma göre o kimse kaderi inkâr ediyormuş. Eğer gerçekten böyle bir fikre saplandıysa, benden ona selam söyleme” buyurdu.

Üç Nokta Hayattır… Üç nokta; aşktır…

$
0
0



Zehra ÇAĞ.GÜZEL SÖZLER
- 08:21


Üç Nokta Hayattır…
Üç nokta; aşktır…

Her nokta gizli bir (ah!)tır…

Seviyorum diye haykıramamaktır…

Boğazda düğümlenen iki çift sözdür…

Dilin lal, gönlün melal olduğu andır…

Gözlerden süzülemeyen iki damla gözyaşıdır…

Hissedilen fakat bir türlü yazılamayandır…

Kelimelerin kifayetsiz kaldığı andır…

Üç nokta; hayattır… Hüznüyle, sevinciyle…

Üç nokta; bitmeyendir… Bitemeyendir…

Üç nokta; ölümdür… İçinde sonsuzluğu barındıran sondur…

Üç nokta; dünün güzelliklerine duyulan özlem, yarına duyulan hasrettir…

Geçmişle gelecek arasında kurulan köprüdür üç nokta, üzerinden bugünün geçtiği…

Üç nokta; bir an durmaktır… Bir nefeslik moladır… Bazen korkudur, heyecandır… Bütün duyguları içinde barındırandır…

Üç nokta; ‘yar’dır her noktada bir harfin gizlendiği…

Üç nokta; bitmeyen duamdır ve hediyemdir sizlere…

Yaşanacak daha çok şeyiniz olsun diye…

Üç noktanız bol olsun…
Viewing all 1280 articles
Browse latest View live