Quantcast
Channel: Peygamberimin İzinden 🕋🕌

53.meclisten bir bölüm Fethu'r-rabbani

$
0
0


 

Deneme ve tecrübe yollu iptila gereklidir. Bilhassa iddia sahipleri için… İptila ve deneme olmasaydı halkın çoğu velayet iddiasında bulunurdu. Bu sebeple bazı büyükler; “Velayet iptila iledir. Ta ki iddia olunmaya…” demişlerdir.


Veli kulun başlıca işareti halktan gelen eziyete sabırla karşı koymasındadır. Bir de onların hatalarına göz yummasında…


Evliya zümresi halktan gördükleri şeye göz yumarlar. Ve onlardan gelen sese kulak vermezler. Ve halkın arzusunu halka bırakırlar.


Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır kılar. Onlar Hakk’ı sever, bu yüzden başkasının hatası onlara gözükmez. Halka güzel söz söylerler. Onlarla iyi geçinirler. Yumuşak davranırlar. Bazen Allah için darıldıkları da olur. Bu darılmaları Hakk’ın öfkesine uyar.


Onlar doktorlardır. Her hastalığı ve şifasını bilirler. Doktor bütün hastaları tek ilaçla tedavi etmez.


Onlar kalp ve mana ciheti ile daima Hakk’ın elinde olurlar. Ashâb-ı Kehf’e benzerler. Sanki onları Cibril bir sağa bir sola çevirir. Sevgi eli onların kalbini hâlden hâle geçirir. Dünyayı dünya isteyenlere verirler. Âhireti âhiret dileyenlere bağışlarlar. Hak Teâlâ ise kendilerine kalır. Hiçbir hâlde cimrilik etmezler. Ellerinde dünyalık varsa verirler. Âhiret sevabına dair bir şeyleri varsa onu da esirgemeden verirler. Dünyayı dünyalıktan mahrum fukara zümresine dağıtırlar. Âhireti ise onu aramakta kusurlu kimselere verirler.


Olan işleri yapana bırakırlar. Olmuşları da halka verirler. Kabuk sayılanları halka hibe ederler. Hakk’ın zatında gayri her şey kabuk sayılır. Hakk’ı aramak ve O’na yakın olmak ise özdür.


BESMELE – HAMDELE – SALVELE

$
0
0

 


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ مِفْتَاحُ كُلِّ كِتَابٍ


“Bütün semâvî kitâbların anahtarı, Besmele-i Şerîfe’dir.” (Câmi’u’s-sağîr)

اَلْحَمْدُ عَلٰي النِّعْمَةِ أَمَانٌ لِزَوَالِهِ


“Cenâb-ı Hakk’ın ni’metlerine şükür, o ni’metin zevâline (yok olmasına) emândır.” (Deylemî)

اِنَّ اَوْلَي النَّاسِ بِي اَكْثَرُهُمْ عَلَيَّ صَلاَةً


“Sizden bana en yakın olan kimse, bana çokça salevât getirendir.” (Câmi’u’s-sağîr)

Bir gün Yahya İbni Zekeriyya (A.S.) şeytan ile karşılaşır

$
0
0

 


Anlatıldığına göre bir gün Yahya İbni Zekeriyya (A.S.) şeytan ile karşılaşır. İblisin kucağında bir tomar yular vardır. Hz. Yahya ona «bunlar nedir» diye sorar. Şeytan «bunlar insanoğullarını avlamama yarayan az-gın nefsi arzulardır» diye cevap verir.


Hz. Yahya «aralarında bana ait bir şey var mı» diye sorar. Şeytan «hayır yok, yalnız sen bir gece yemeği fazla kaçırmıştın da seni namaz-dan alakoyduk» karşılığını verir.


Bunun üzerine Hz. Yahya «öyleyse bundan sonra hiç bir zaman do-yasıya yememeye kesinlikle karar veriyorum» der. Şeytan da «o halde ben de bundan sonra hiç kimseye nasihat vermemeye kesin karar veri-yorum» karşılığını verir.


Bu durum ömründe bir gece yemeğinin ölçüsünü kaçıran içindir, bu-na karşılık ömründe bir gece bile acıkdığını hissetmeyen ve buna rağmen kendini ibadet heveslisi sayan kimsenin haline ne dersiniz?!

️Hz. Ebu Bekir efendimiz diyor ki:️ Dünyada 5 çeşit karanlık beş çeşit de aydınlık vardır

$
0
0



️Hz. Ebu Bekir efendimiz diyor ki:️ Dünyada 5 çeşit karanlık beş çeşit de aydınlık vardır:

1- Dünyâ sevgisi bir karanlıktır; ışığı takvâdır. 
2- Günâh bir karanlıktır; ışığı tevbedir. 
3- Kabir bir karanlıktır; ışığı « لٰا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ » "Lailâhe illallah" zikrine devamdır. 
4- Âhıret karanlıktır; ışığı amel-i sâlihlerdir. 
5- Sırat köprüsü karanlıktır; onun ışığı da, kesin ve kuvvetli îmândır.” Bu aydınlıklar iklîmine girebilen kimse ebedî seâdete nâil olur. 

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam İman İbadet, Erkam Yayınları, 2012, İstanbul

Sa’d İbn-i Ebu Vakkas hakkında nazil olan ayetler, anaya babaya iyilik

$
0
0


El-Edebü'l Müfred dersinden seçmeler

 ”Sehl’in babası Muaz’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: 
Peygamber (s.a.v.) dedi ki:
 “- Ana-babasına iyilik edene Cennet olsun, Azîz ve Celîl olan Allah onun ömrüne bereket versin (ömrünü çoğaltsın.)”

 Sa’d İbn-i Ebu Vakkas’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
 “- Benim hakkımda, Allah Tealâ’nın kitabından dört âyet nazil oldu. Annem, ben Hazreti Muhammed (s.a.v.)’den (dininden) ayrılmadıkça, yemeğe ve içmeye yemin etmişti.” 
Bunun üzerine Allah (cc) şu ayeti inzal etti: 
“- Eğer ana-baban, bilmediğin (benimsemediğin şirkten) bir şeyi, bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, bu takdirde kendilerine itaat etme. Onlara dünyada iyi bir şekilde sahiblik et. (Günah olmayan işlerde onlara yardımcı ol, itaat et.” (Lokman/15) 
(İkincisi): 
Ben (savaş ganimetinden) çok hoşuma giden bir kılıç almıştım. Dedim ki, Ey Allah’ın Rasûlü! Bunu bana hibe et. Arkasından:
 “- Ey Rasûlüm, sana ganimet malından soruyorlar...” (el-Enfal, 8/1) 
(Üçüncüsü): 
Ben hastalanmıştım. Rasûlullah (s.a.v.) bana geldi. Dedim ki, Ey Allah’ın Rasûlü! Ben malımı bölmek istiyorum, yarısı vasiyet edeyim mi?” 
Peygamber: 
“- Hayır!” dedi. Üçte birini, dedim Hazreti Peygamber sükût etti. Bundan sonra üçte bir vasiyyet caiz oldu. 

(Dördüncüsü): 
Ensar’dan bir topluluk ile şarap içmiştim. Bunlardan bir adam, (Mekke yolu üzerinde) Lehyey Cemel adındaki yerde burnuma vurdu. Ben de (şikayet için) Peygamber (s.a.v.)’e vardım. Bunun üzerine Allah (cc) şarabı haram kılan ayeti inzal etti. 
(el-Bakara, 2/219)

 Hazret-i Ebû Bekir’in kızı Esma’dan (ra):
 “- Peygamber (s.a.v.)’in (Hudeybiye) muahedesi zamanında, annem (kendisine iyilik ve ihsan etmeme) rağbet eder olduğu halde bana geldi. Ben de Peygamber (s.a.v.)’e sordum: Ona iyilik edeyim mi (hediyelik bir şey vereyim mi)? 
Hz. Peygamber: “Evet” buyurdu. 

İbn-i Uyeyne demiştir ki: Ba hâdise üzerine: 
“- Allah, din hususunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere sadâkat göstermenizden, onlara iyilik etmenizden, onlara adalet yapmanızdan sizi yasaklamaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” (el- Mümtehine, 60/8) ayetini Allah (cc) indirdi.

KURAN NE YAPMAMIZ GEREKTİĞİNİ BİZE ÖĞRETİR, SÜNNET ONU NASIL YAPACAĞIMIZI ÖĞRETİR️




İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebû Bekir İbnü’l-Arabî

$
0
0

 


İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebû Bekir İbnü’l-Arabî şöyle sıralamaktadır: 

1. Esmâ-i hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder ve kullarda saygı hissi uyandırır. 
2. Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır. 
3. Kalplere huzur ve sükûn verir, lutuf ve rahmet ümidi telkin eder. 
4. Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için esmâ-i hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır. 
5. Esmâ-i hüsnâ Allah için vâcip, câiz ve mümteni‘ olan sıfatları içermesi sebebiyle O’nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir

Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen, bâtıl seni işgâl eder,İmamı Şafiî

$
0
0


İmâm Şâfiî Hazretleri der ki :

“Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen, bâtıl seni işgâl eder.”

Gönüller de boşluk kabul etmez. İyi veya kötü birileri tarafından muhakkak doldurulur. Bardak boş olursa kimi asit doldurur, kimi içki.
Biz o bardağı İslâm’ın âb-ı hayâtıyla, cennet kevserleriyle, rahmet zemzemleriyle doldurursak ona başkası müdâhale edemez.

Unutma ki, başarı tatlı dille kazanılır. Şeyh Sadi Şirazi

$
0
0

 


Yumuşak davranırsan fakir sana kul, kurban olur. Zengin de yumuşar, tevazu gösterir. 
Büyüklerle konuşurken sert söyleme. Ondan sertlik görürsen sen yumuşak ol. 
Unutma ki, başarı tatlı dille kazanılır.
Şeyh Sadi Şirazi
Bostan ve Gülistan

EL HASİB olan ALLAH

$
0
0

 



EL HASİB olan ALLAH
Kullarının gizli açık herşeylerine şahid olan ve en şerefli olandır. Ahiret gününde kullarını tüm nimetlerden hesaba çekip sorgulayacak olandır. Varlığı bir hesap ile yaratan, varlığı tüm hesabın üzerinde olan, kulların Hesabını eşsiz ve benzersiz gören Kullarına yeten mutlâk ve sonsuz Allah demektir.


Peygamber Efendimiz(s.a.v.) Buyuruyorki; 
Üç Şey Vardırki, Allah Onun Hesabını Kolaylaştırır, Onu Rahmetiyle Cennetine Koyar 
1. Sana Vermeyene Verirsin 
2. Sana Zulmedeni Affedersin 
3. Seninle Bağlarını Koparanlara, Sen iyi ilişkilerini sürdürürsün İşte O zaman Allah Kişinin Hesabını Kolay Yapar Buyruluyor.

Yâ Resûla`llah, içinizdeki Bedir kahramanlarını ne mertebe sayarsınız?

$
0
0


Sahih Buhari» Fasillar» BÜYÜK BEDİR GAZÂSI

Fasil : BÜYÜK BEDİR GAZÂSI
Konu :
Ravi : Zürekî Rifâa İbn-i Râfi`

Baslik : BEDİR`DE MÜSLÜMANLARIN MÜŞKÜL VAZİYETLERİNİ TASVÎR EDEN VE MELEKLERLE İMDAT OLUNDUKLARINI BİLDİREN ENFÂL SÛRESİ ÂYETLERİ

Hadis-i şerif : Ravi, Ensâr`dan ve Bedir`de hazır bulunan mücâhidlerden idi- der ki: 

Bedir harbi sırasında bir ara Cibrîl aleyhi`s-selâm Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e geldi de: 

- Yâ Resûla`llah, içinizdeki Bedir kahramanlarını ne mertebe sayarsınız? diye sordu. 

Resûlullah: 
- Müslümanların en fazîletli sîmâları sayarız! buyurdu. Yâhud buna benzer bir söz söyledi. 

Cibrîl: 

- Biz de meleklerden Bedir`de hazır bulunanları böylece meleklerin hayırlısı addederiz! dedi.

HadisNo : 1564

Kur'ân'ın üçte birine denk olan sure

$
0
0

 


7462 Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den (o şöyle demiştir): 

Sahâbîlerden birisi diğer birinin geceleyin “Kul huvellahu ahad" Sûresi'ni okumakta olduğunu, hiç durmadan bu sûreyi tekrarlamakta olduğunu işitti. Sabah olunca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldi ve bunu kendisine zikretti, Sûreyi okuyan zât, okumasını azımsayarak sanki hâlâ bu sûreyi tekrarlıyordu. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Nefsim elinde bulunan Allah'ayemîn ederim ki, bu sûre muhakkak Kur'ân'ın üçte birine denk olur" buyurdu.

SAHÎH-İ BUHÂRÎ
7464 Ebu'r-Ricâl Muhammed ibn Abdirrahmân, annesi Amr bintu Abdirrahmân'dan; o da Âişe (r.anha)'den tahdîs etti. 
Annesi Peygamberin zevcesi Âişe'nin terbiyesinde bulunmuştu. Âişe şöyle demiştir: 
"Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sahâbîlerinden bir zâtı bir askerî birliğe kumandan yapıp gazaya göndermişti. Bu zât maiyyetindeki arkadaşlarına kıldırdığı namazlarda Kur'ân okur ve kıraatini her zaman "Kul huvellâhu ahad" Sûresi ile bitirirdi. Bu sefer hey'eti gazadan döndüklerinde kumandanın bu âdetini Peygamber'e zikrettiler. Peygamber de onlara:

—“Niçin böyle yapmakta olduğunu kendisine sorunuz" buyurdu. Onlar da gidip bunu kendisine sordular. Kumandan da:

— "Kul huvellâhu ahad" Sûresi, Rahmân'ın vasıf ve ta'rîfidir (Allah'ın bütün isimleri ve sıfatları bu sûrededir). Onun için ben bu sûreyi okumayı severim, diye cevâb verdi.

Gelip bu cevâbı haber verdiklerinde Peygamber:

— "Siz de kumandana, Allah'ın da onu muhakkak sevmekte olduğunu haber veriniz!" buyurmuştur.
SAHÎH-İ BUHÂRÎ

Bu gözyaşı, Allah'ın kullarının kalblerine koyduğu bir rahmettir, hadisi

$
0
0

 


7465 Cerîr ibn Abdillah (radıyallahü anh): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

 "Allah, insanlara merhamet etmeyene merhamet etmez" buyurdu, demiştir.

7466 Usâme ibn Zeyd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında bulunuyorduk. O'na kızlarından birinin elçisi geldi de kendisini ölmek üzere olan bir çocuğuna gelmesi için çağırıyordu. Peygamber, elçiye:

— "Kızıma dön ve ona Allah'ın almak ve vermek istediği herşey kendisine âiddir. Ve herşeyin ilâhî ilimde ta'yîn edilmiş bir ömrü var olduğunu ona haber ver ve kendisine: Sabret ve bu sabrın Allah yanında bir ecir ve sevabı olduğunu da hatırla! diye emret" buyurdu.

Elçi gidip tekrar döndü de:

— Kızınız herhalde kendisine geliniz diye yemîn etti, dedi. 

Bunun üzerine Peygamber, beraberinde Sa'd ibn Ubâde, Muâz ibn Cebel olduğu hâlde kalkıp gitti. Hasta çocuk Peygamber'in kucağına verildi. Çocuğun nefesi gidip gelmekte idi. Nefsi, canı sanki eski bir kırba içinde gibi idi. Peygamber'in iki gözü yaş döktü. Sa'd ibn Ubâde bu yaşları görünce:

— Yâ Rasûlallah! Bu yaş, bu ağlama nedir? dedi. Rasûlüllah:

— "Bu gözyaşı, Allah'ın kullarının kalblerine koyduğu bir rahmettir. Allahu Taâlâ ancak kullarından merhametli ve şefkatli olanlara merhamet eyler" buyurdu.
Buhari

Vahiy Nasıl Başladı? ayet ve hadisi şeriflerde

$
0
0


1- Rasûlüllah'a "sallallahü aleyhi ve sellem" Vahyin Nasıl Başladığı?

"Nuh'a, ondan sonraki peygamberlere vahy ettiğimiz ve İbrahim'e, İsmâil'e, İshâk'a, Ya'kûb'a, evlâdlarına, Îsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy eylediğimiz ve Dâvûd'a Zebûr verdiğimiz gibi, şübhesiz Sana da vahyettik biz." (en-Nisâ: 4/163)

Bize Humeydî Abdullah ibn Zubeyr (ö.219) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne (ö.198) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Yahya ibn Saîd el-Ensârî tahdîs edip şöyle dedi; Bana Muhammed ibn İbrahim et-Teymî haber verdi ki, kendisi Alkame ibn Vakkas el-Leysî'den şöyle derken işitmiştir: Ben Omer ibn el-Hattâb -Allah ondan râzı olsun-'dan işittim, minber üzerinde şöyle dedi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan işittim, şöyle buyuruyordu:

"Ameller ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan şey ancak odur. Artık her kim nail olacağı bir dünyâ (malı) veya nikâh edeceği bir kadından dolayı hicret etmiş ise, onun hicreti (Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsına değil), hicret etmiş olduğu şeyedir".

Bize Abdullah ibn Yûsuf (217-218?) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Mâlik ibn Enes, Hişâm ibn Urve (61-146)'den, o da babası Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den, o da mü'minlerin annesi Âişe (58;radıyallahü anh)'den haber verdi ki (şöyle demiştir:) Haris ibn Hişâm (18, radıyallahü anh), Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan 

“Yâ Rasûlallah, sana vahy nasıl gelir?” diye sordu. Resûlüllah:

"Bâzı vakitlerde bana çıngırak sesi gibi gelir ki, bana en ağır geleni de budur. Benden o hâl gider gitmez, (meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen de melek bana bir insan olarak temessül eder, benimle konuşur, ben de söylediğini iyice bellerim" buyurdu.

Âişe (r.anha) şöyle dedi: Rasûlüllah'ı, soğuğu pek şiddetli bir günde kendisine vahy inerken görmüşümdür, (işte öyle soğuk bir günde bile) kendisinden o hâl geçtiği vakitte şakaklarından boncuk boncuk ter akardı.

Bize Yahya ibn Bukeyr (104-231) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Leys (93-167) Ukayl'den, o da İbn Şihâb'dan, o da Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti. Mü'minlerin annesi Âişe (r.anha) şöyle demiştir:

Rasûlüllah'ın ilk vahy başlangıcı uykuda doğru ru'yâ görmekle olmuştur. Hiç bir ru'yâ görmezdi ki sabah aydınlığı gibi açık seçik zuhur etmesin. Ondan sonra kalbine yalnızlık sevgisi bırakıldı. Artık Hırâ Dağı'ndaki mağara içinde yalnızlığa çekilip, orada ailesinin yanına gelinceye kadar adedi muayyen gecelerde tehannüs -ki taabbüd demektir- eder ve yine azıklanıp giderdi. Sonra yine Hadîce'nin yanına dönüp, bir o kadar zaman için yine azık tedârik ederdi. Nihayet Rasûlüllah'a bir gün Hırâ mağarasında bulunduğu sırada Hak (yani vahy) geldi. Şöyle ki, ona melek geldi ve: İkrâ', (yani: Oku) dedi. O da:"Ben okumak bilmem"cevâbını verdi. Peygamber buyurdu ki:

"O zaman Melek beni alıp tâkatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: İkrâ', dedi. Ben de O'na: Okumak bilmem, dedim. Yine beni alıp ikinci defa tâkatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: İkrâ', dedi. Ben de: Okumak bilmem, dedim. Nihayet beni alıp üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp:

"Yaradan Rabb'inin ismiyle oku. O insanı yapışkan bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabb'in nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti". ( Alâk: 96/1-5) dedi.

Bunun üzerine Rasûlüllah (kendisine vahy olunan) bu âyetlerle (korkudan) yüreği titreyerek döndü ve Hadîce bintu Huveylid'in yanına girerek:
 "Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!"dedi. Korkusu gidinceye kadar vücûdunu sarıp örttüler. Ondan sonra Rasûlüllah vâki' olan hâdiseyi Hadîce'ye haber vererek: 
"Kendimden korktum"dedi. 
Hadîce (r.anha): "Öyle deme; Allah'a yemîn ederim ki, Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, hak yolunda zuhur eden hâdiselerde (halka) yardım edersin" dedi. 
Bundan sonra Hadîce, Peygamber'i birlikte alıp amcasıoğlu Varakatu'bnu Nevfel ibn Esed ibn Abdi'l-Uzzâ'ya götürdü. Bu zât, câhiliyyet zamanında Hristiyan dînine girmiş bir kimse olup İbrânîce yazı bilir ve İncil'den Allah'ın dilediği miktarda bâzı şeyleri İbrânîce yazardı. Varaka gözlerine körlük gelmiş bir ihtiyardı. Hadîce Varaka'ya:

- Amcam oğlu, dinle bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor? Dedi. Varaka:

- Ne var kardeşimin oğlu? Diye sorunca, Rasûlüllah gördüğü şeyleri kendisine haber verdi.

Bunun üzerine Varaka şöyle dedi:

“Bu gördüğün, Allah'ın Musa'ya gönderdiği Nâmûs'tur. Ah keşke senin da'vet günlerinde genç olaydım! Kavmin seni (memleketinden) çıkaracakları zaman keşke hayâtta olsam!”

Bunun üzerine Rasûlüllah:

- "Onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. O da:

- Evet. Senin getirdiğin gibi bir şey getirmiş (yani vahy tebliğ etmiş) bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin da'vet günlerine yetişirsem, sana son derecede yardım ederim, cevâbını verdi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka vefat etti Ve o esnada bir müddet için vahy kesildi.

İbn Şihâb şöyle dedi: Ve bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân haber verdi ki, Câbir ibn Abdillah da -geçen hadîsi rivayet edip- şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), vahyin kesilmesinden bahsederken söz arasında şöyle buyurdu:

"Ben (bir gün) yürürken birden bire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de baktım ki, Hırâ'da bana gelen melek (yani Cibril aleyhi's-selâm) semâ ile arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş. Pek ziyâde korktum, (Evime) dönüp: 'Beni örtün, beni örtün' dedim. Bunun üzerine Allahü teâlâ " Ey örtüye bürünen! Kalk artık (kavmini Allah'ın azâbı ile) korkut. Rabb'ini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Azaba götürecek şeyleri terke devam et. " (Müddessir: 74/1-5) âyetlerini indirdi. Artık vahy yoğun şekilde arka arkaya devam etti."

Bu hadîsi Leys'ten rivâyet etmekte Abdullah ibn Yûsuf ile Ebû Salih (140-224), isnâdın başında bulunup Buhârî'nin şeyhi olan Yahyâ ibn Bukeyr'e mutâbaat etmişlerdir. Ve yine bu hadîsi Zuhrî'den rivayet etmekte Hilâl ibn Reddâd, Ukayl'e mutâbaat etmiştir. Yûnus ibn Yezîd ile Ma'mer ibn Râşid, bundan evvelki hadisteki
 "Kalbi titreyerek" ta'bîri yerine "Omuz ile boyun arasındaki etleri titreyerek" ta'bîrini söylediler.

Bize Mûsâ ibn İsmâîl tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû Avâne tahdîs edip şöyle dedi: Bize Mûsâ ibnu Ebî Âişe tahdîs edip şöyle dedi: Bize Saîd ibn Cubeyr, İbn Abbâs radıyallahü anhüma'dan tahdîs etti ki, o; 

"Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için dilini onunla depretme..." (Kıyâme: 75/16) âyetinin tefsîri hakkında şöyle demiştir: 
"Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), indirilen âyetler (in zabtı yüzün)den güçlük çeker ve bundan dolayı çok kerreler dudaklarını kımıldatırdı." Bunu söylerken İbn Abbâs: 

"İşte bak Resûlüllah dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiyse, ben de sana öylece kımıldatıyorum" demiş.

Bunun üzerine Yüce Allah O'na: "Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için (Cibrîl vahyi iyice bitirmeden) dilini onunla depretme. Onu (göğsünde) toplamak, onu (dilinde akıtıp) okutmak şübhesiz bize âiddir. Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit, sen onun kırâatine uy. Sonra onu açıklamak da hakîkat bize âiddir" (Kıyame: 75/6-19)âyetlerini indirdi.
 "Kur'ân'ı senin göğsünde toplayıp onu okuyabilmen şübhesiz bize âiddir"; "Kur'ân'ı (Cibrîl'in diliyle) sana okuduğumuzda onu dinle ve (sükût ederek) ona kulak ver"; "Ondan sonra onu (doğru) okumanı biz tekeffül ederiz " demektedir. İşte bundan sonra Rasûlüllah'a ne zaman Cibrîl gelirse sükût edip, onu dinlerdi. Cibrîl gidince, onun getirdiği kelâmı (âyetleri), o nasıl okumuş ise Peygamber de öylece okur idi.

Bize Abdûn tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek (113-181) haber verip şöyle dedi: Bize Yûnus ibn Yezîd, Zuhrî'den haber verdi. H ve yine bize Bişr ibn Muhammed tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdullah ibn Mübarek haber verip şöyle dedi: Bize Yûnus İbn Yezîd ve Ma'mer ibn Râşid, Zuhrî'den onun benzerini haber verdi; Zuhrî şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah haber verdi, İbn Abbâs şöyle demiştir:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), insanların en cömerdi idi. En cömerd olduğu zaman da ramazânda idi ki (bu ay) Cibrîl'in kendisiyle çokça buluştuğu zaman idi. Cibrîl aleyhi's-selâm ramazânın her gecesinde Peygamber'le buluşur ve onunla Kur'ân'ı müdârese ve müzâkere ederdi. İşte bundan dolayı Rasûlüllah hayır dağıtmakta, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömerd idi.

Bize Ebu'l-Yemân el-Hakemu'bnu Nâfi' (138-222) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şuayb ibn Ebî Hamze, Zuhrî'den haber verdi; Zuhrî şöyle dedi: Bana Abdullah ibn Utbe ibn Mes'ûd'un oğlu Ubeydullah haber verdi ki, ona da Abdullah ibn Abbâs haber vermiştir.

İbn Abbâs'a da Ebû Sufyân ibn Harb haber verdi ki, gerek kendisiyle, gerek Kureyş kâfirleri ile Rasûlüllah'ın Hudeybiye sulhunu akdettiği mütâreke müddeti içinde ticâret için Şam'a giden bir Kureyş kaafilesi içinde bulunduğu sırada (Rûm Kayseri) Hıraklıyus tarafından da'vet olunmuş. Ebû Sufyân ile arkadaşları Hıraklıyus'un yanına gelmişler. O zaman Hıraklıyus ile maiyyetindekiler İliya (yani Beytu'l-Makdis)'da imiş. Rûm büyükleri yanında iken Kayser bunları meclisine çağırmış. Huzuruna alıp, tercümanın da gelmesini emretmiş. Tercüman:

- Peygamber'im diyen bu zâta nesebce en yakın olan hanginizdir? diye sormuş.

Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

- Nesebce en yakınları benim, dedim. Bunun üzerine Hıraklıyus:

- Onu bana yakın getiriniz. Arkadaşlarını da yakına getiriniz, lâkin arkasında dursunlar, dedi. Ondan sonra tercümanına dönüp dedi ki:

- Bunlara söyle. Ben bu zât hakkında bu adamdan (bâzı şeyler) soracağım. Bana yalan söylerse onu tekzîb etsinler.

Ebû Sufyân dedi ki: Vallahi arkadaşlarım yalanımı ötede beride söylerler diye utanmasaydım, O'nun (yani Peygamber) hakkında yalan uydururdum. Ondan sonra bana ilk sorduğu şu oldu:

- Sizin içinizde nesebi nasıldır?

- O'nun içimizde nesebi pek büyüktür, dedim.

- Sizden bu sözü ondan evvel söylemiş (yani ondan evvel peygamberlik davası etmiş) hiçbir kimse var mıydı? Dedi.

- Yoktu, dedim.

- Babaları içinde hiçbir melik gelmiş midir? Dedi.

- Hayır, dedim.

- Ona tâbi' olanlar halkın şereflileri mi, yoksa zaîfleri midir? dedi.

- Halkın zaîf olanlarıdır, dedim.

- O'na tâbi' olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu? dedi.

- Artıyorlar, dedim.

- İçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dîninden dönenler var mıdır? Dedi.

- Yoktur, dedim.

- Şu dediğini demezden (yani dîne davetten) evvel, hiç yalan ile ithâm ettiğiniz var mıydı? Dedi.

- Hayır, dedim.

- Hiç gadr eder mi (yani ahdi bozar mı)? Dedi.

- Hayır gadr etmez, ancak biz şimdi onunla bir müddete kadar mütâreke halindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim.

Ebû Sufyân dedi ki: Bana (kendiliğimden) bir şey katmağa imkân verecek, bu sözden başkasını bulamadım.

- O'nunla hiç harb ettiniz mi? dedi.

- Evet, ettik, dedim.

- O'nunla harbiniz nasıldır? dedi.

- Aramızda harb (tâli'i) nevbet iledir. Gâh o bize zarar verir, gâh biz ona zarar veririz, dedim.

- Size ne emrediyor? dedi.

- Bize yalnız Allah'a ibâdet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak etmeyiniz. Dedelerinizin inanıp söyleye geldikleri şeyleri terk ediniz, diyor. Bize namazı, doğruluğu, iffetliliği ve Allah'ın eklenip durmasını emrettiği her şeyi ekleyip durmayı emrediyor, dedim.

Bunun üzerine tercümâna dedi ki:

- Ona söyle: Nesebini sordum, içinizde yüksek nesebli olduğunu beyân ettin. Peygamberler de zâten böyle kavimlerinin neseb sâhibleri içinden gönderilirler. İçinizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş hiçbir kimse var mıydı diye sordum; hayır dedin. O'ndan evvel bu sözü söylemiş bir kimse olaydı, bu da kendisinden evvel söylenilmiş bir söze tâbi' olmuş bir kimsedir, diyebilirdim diye düşünüyorum. Babaları içinde hiçbir hükümdar gelmiş midir diye sordum; hayır dedin. Babaları içinden bir hükümdar olaydı, bu da babasının mülkünü geri almaya çalışır bir kimsedir diye hükmederdim diyorum. Bu da'vâsına kalkışmadan evvel O'nun bir yalanını tutmuş mu idiniz diye sordum; hayır dedin. Ben ise muhakkak biliyorum ki (önceden) halka karşı yalan söylemeyi irtikâb etmemiş iken (sonradan) Allah'a karşı yalan söylemeğe cür'et edemezdi. O'na tâbi' olanlar halkın eşrafı mı, yoksa zaîfleri mi diye sordum; O'na tâbi' olanlar insanların zaîfleri olduğunu söyledin. Rasûlllerin tâbi'leri de (zâten) onlardır. O'na uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum; artıyorlar dedin. Îmân işi de tamâm oluncaya kadar hep bu şekilde gider. İçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dîninden dönen var mıdır diye sordum; hayır dedin. îmân da mûcib olduğu inşirâh kalblere karışıp kökleşinceye kadar böyle olur. Hiç ahde vefasızlık eder mi diye sordum; hayır dedin. Peygamberler de böyledir; gadr etmezler. Size ne emrediyor diye sordum. Yalnız Allah'a ibâdet edip, O'na hiçbir şeyi ortak kılmamayı size emrettiğini, putlara ibâdetten sizleri nehyettiğini, kezâlik namaz ile doğruluk ve iffetlilik ile emrettiğini söyledin. Eğer bu dediklerin doğru ise, şu ayaklarımın bastığı yerlere yakında O zât mâlik olacaktır. Zâten bu peygamberin zuhur edeceğini bilirdim. Lâkin sizden olacağını tahmîn etmezdim. O'nun yanına varabileceğimi bilsem, O'nunla buluşmak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olaydım (hizmet arz ederek) ayaklarını yıkardım!

Ondan sonra Hırakl, Dıhye'nin elçiliği ile Busrâ emîrine gönderilen (ve onun tarafından Kayser'e ulaştırılan) Peygamber'in mektubunu istedi. Getiren adam onu Hırakl'e verdi; o da okudu. Mektûbda şunlar yazılmıştı:

“Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. Allah'ın kulu ve Resûlü Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hırakl'e. Hidâyete tâbi' olanlara selâm olsun. Bundan sonra, seni İslâm davetine (müslümanlığa) davet ediyorum. İslâm'a gir ki selâmette kalasın ve Allah ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen çiftçilerin günâhı senin boynunadır."

Ey kitâb ehli, hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler tanımayalım. Eğer yüz çevirirlerse, deyiniz ki: Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız" (Âli İmrân: 3/64).

Ebû Sufyân dedi ki: Hırakl diyeceğini dedikten ve mektubun okumasını bitirdikten sonra yanında gürültü çoğaldı, sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. (Arkadaşlarımla yalnız kalınca) Onlara dedim ki: İbn Ebî Kebşe'nin (yani Peygamber'in) işi hakîketen büyüyor. Benû Asfar meliki O'ndan korkuyor. Artık Rasûlüllah'ın gâlib geleceğine tâ Allah İslâm'ı kalbime girdirinceye kadar kesin inancım devam etti.

İliyâ, yani Beytu'l-Makdis sahibi ve Hırakl'ın dostu olup Şam hristiyanlarına episkopos ta'yîn edilen İbnu'n-Nâtûr, Hırakl'den bahsederek derdi ki, Hırakl Beytu'l-Makdis'e geldiği zaman (günün birinde) pek ziyâde kederli göründü. Pıtrîklerinden (kumandanlarından) bâzıları ona: Senin hâlini başka türlü görüyoruz, dediler. İbnu'n-Nâtûr dedi ki: Hırakl yıldızlara bakar, kâhinliğe âşinâ bir kimse idi. Bu suâle ma'rûz kalınca, onlara: Bu gece yıldızlara baktığımda Hitan Meliki'ni zuhur etmiş gördüm. Bu ümmet içinde sünnet olanlar kimlerdir? diye sordu. Yahûdîler'den başka sünnet olan yoktur; onlardan da sakın endîşe etme. Memleketinin şehirlerine yaz, oralardaki Yahûdîler'i öldürsünler, dediler. Derken Hırakl'ın huzuruna Gassân Meliki tarafından Rasûlüllah'a dâir haber ulaştırmaya me'mûr olarak gönderilmiş bir adam getirildi. Hırakl o adamdan haberi alınca: Gidin de bu adam sünnetli midir, değil midir, bakın, dedi. Baktılar ve sünnetli olduğunu bildirdiler. Sonra gelen adamdan: Arab kavmi sünnetli midir? diye sordu. Sünnet olurlar cevâbını aldı. Bunun üzerine Hırakl: Bu ümmetin meliki işte zuhur etmiştir, dedi. Ondan sonra Hırakl, Roma'da ilimce kendi benzeri olan bir dostuna mektûb yazıp Hımıs'a gitti. Hımıs'tan ayrılmadan o dostundan, Peygamber'in zuhur ettiği ve bunun bir peygamber olduğu hakkındaki görüşüne muvafık bir mektûb geldi. Müteakiben Hırakl, Hımıs'da bulunan bir kasrına Rûm büyüklerini da'vet ederek kapıların kapanmasını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp:

- Ey Rûm cemâati, bu peygambere bey'at edip de felah ve rüşde nail olmayı istemez misiniz? diye hitâb etti.

Bunun üzerine cemâati, yaban eşekleri kadar sür'atle kapılara doğru kaçıştılarsa da kapıları kapanmış buldular. Hırakl, bu derece nefretlerini görüp îmâna girmelerinden ümidsiz olunca: Bunları geri çevirin, diye emretti ve (onlara dönüp): Deminki sözlerimi dîninize olan sıkı bağlılığınızı öğrenmek için söyledim, (bunu da) gözlerimle gördüm, dedi. Bu söz üzerine oradakiler memnunluklarını beyân ederek, kendisini ta'zîmen secde ettiler. Hırakl (ın îmâna da'vet olunması) hakkındaki haberin sonu da bundan ibarettir.

Bu hadîsi Salih ibn Keysan, Yûnus ve Ma'mer de Zuhrî'den rivayet etmişlerdir.

SAHÎHU'L-BUHÂRÎ-vahiy bölümü


İlmin Fazîleti, Bir İlim Sorulduğunda, Konuşmasını Tamamladıktan Sonra Suâl Sorana Cevâb Veren Kimse, İlme Delâlet Eden Bir Konuşmada Sesini Yükselten Kimse

$
0
0

 


1- İlmin Fazîleti


"... Allah içinizde îmân etmiş olanlarla (bilhassa) kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini yükseltir. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (Mucâdele: 58/11);


"Rabb'ım benim ilmimi artır!" (Tâhâ: 20/114)



2- Konuşmasıyle Meşgul Bulunurken Kendisinden Bir İlim Sorulduğunda, Konuşmasını Tamamladıktan Sonra Suâl Sorana Cevâb Veren Kimse

59- Bize Muhammed ibn Sinan (223) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Fuleyh (168) tahdîs etti. H ve keza bana İbrahim ibnu'l-Munzir (226) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Muhammed ibn Fuleyh (197) tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam tahdîs edip şöyle dedi: Bana Hilâl ibn Aliyy, Ata ibn Yesâr (94)'dan, o da Ebû Hureyre'den tahdîs etti. 

Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

Meclisin birinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûrundakilere söz söylerken ansızın bir bedevi gelip: Kıyâmet ne zamandır? diye sordu. Rasûlüllah konuşmasına devam etti. Oradakilerin kimi: Bedevî'nin ne dediğini işitti, amma suâlinden hoşlanmadı dedi; kimi de: Belki işitmedi diye hükmetti. Nihayet Rasûlüllah sözünü bitirince: 
"O kıyâmeti soran nerede?" diye, yani bunun gibi bir lâfızla suâl etti. Bedevî:

- İşte ben yâ Rasûlallah, dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah:

- Emânet zayi' edildiği vakit kıyâmeti bekle, buyurdu. Yine bedevî:

- Emâneti zayi' etmek nasıl olur? diye tekrar sorunca, Rasûlüllah:

- İş, ehli olmayana yöneltilip dayandırıldığı zaman kıyâmeti bekle, buyurdu.

buyurdu.


3- İlme Delâlet Eden Bir Konuşmada Sesini Yükselten Kimse

60 Bize Ebû Avâne, Ebû Bişr (123-5)'den; o da Yûsuf ibn Mâhek (63-7)'den; o da Abdullah ibn Amr (radıyallahü anh)'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: 

Gittiğimiz yolculukların birinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geride kalmıştı da sonra bize yetişmiş idi. O sırada namaz vakti girmişti. Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı, mesh eder gibi, az su ile yıkamağa başladık. Peygamber bu hâli görünce en yüksek sesiyle iki yahut üç kerre: 

"Cehennem'de yanacak ökçelere yazık!" diye nida etti.

SAHÎH-Î BUHÂRÎ / KİTAB'UL-İLM

Fir'avn'un yazdığı suda boğulma hükmü

$
0
0

Said b. Cübeyr (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre;

Fir'avn altı yüz yirmi yıl yaşadı ve dörtyüz yılını hükümdarlıkla geçirdi, ömründe bir kere olsun hasta olmadı. Bir kere hasta olsaydı veya aç kalsaydı herhalde ilahlık davasında bulunmazdı. 

Tefsir-i Cebir'de İmam Razi'nin anlattığına göre, bir gün İblis, Fir'avn'ın kapısını çalar. 
Fir'avn: 
- Kim o? diye seslenir. 
İblis: 
- Eğer sen tanrı olsan benim kim olduğumu bilirdin, der. 
Bu sözün kime ait olduğunu anlayan Fir'avn: 
- Bu kubbe altında senden ve benden daha kötü kimse var mıdır? diye sorar. 
İblis: 
- Evet, vardır, der. 
Fir'avn: 
- Kimdir o? 
İblis: 
- Hasudlar, çekememezlik hastalığına mübtela olanlar senden ve benden fenadırlar. Zaten ben de hased yüzünden buhale düştüm, der. 

İbni Abbas (radıyallahu anh) diyor ki; sahirlerin mağlup olup iman ettiklerini gören Fir'avn perişan halde adamları ile oradan ayrıldı. (Ancak kendisi müsaade etmeden sahirler iman ettiği için onların sağlı sollu el ve ayaklarını keseceğini söyledi). 
Musa (aleyhisselam) o zaman dört mucize gösterdi. Bunlardan biri bir süre kıtlık, diğeri bolluk, üçüncüsü nurlu eli, dördüncüsü de asası idi. Fir'avn iman etmeyince, 
Musa (aleyhisselam): 
- Ya Rab, bu adam işi azıttı, halkı da azdırıyor. Bunlara bir bela gönder ki, diğerlerine ibret dersi olsun, dedi. 
Allah Teala da onların üzerine çekirge, bit ve kurbağa yağdırdı. Nil nehrini kızıl kan haline çevirdi. Bundan sonra taun hastalığını gönderdi. Bu hastalıktan yetmişbin zayiat verdiler. 
Bu defa Musa (aleyhisselam)'a başvurarak ondan eman ve yardım dilediler. 

Nakledildiğine göre, Musa (aleyhisselam), Allah Teala'ya: 
- Buna bu kadar mühlet vermendeki hikmet nedir? diye sordu. 
Allah Teala: 
- Onun bazı iyi halleri vardır, onların mükafatını dünyada ona tattırmak için müsaade ettim, buyurdu. 
Musa (aleyhisselam): 
- Allah'ım, onun bu iyi halleri nelerdir? diye sorunca, 
Allah Teala: 
- İnsanlar arasında adaletle hükmetmesi ile şehirleri adalet ölçülerine göre onarmasıdır. Bunun İçin ona mühlet verdim. Aynı zamanda onun Beni inkarından Bana bir zarar yoktur, buyurdu. 

Bir gün Cebrail (aleyhisselam) insan suretinde Fir'avn'a gelerek kölesinden şikayet etti ve dedi ki: 
«- Benim ona bu kadar ihsanım olduğu halde o bana karşı nankörlük ederek bana isyan etti. Benim adımı kendisine taktı ve herkesi kendisine kul köle etti». 
Fir'avn: 
- Ne kötü bir insan, dedi. 
Cebrail (aleyhisselam): 
- Bu adamın cezası nedir? diye sordu. 
Fir'avn: 
- Onu suda boğmak lazım, dedi. 
Cebrail (aleyhisselam): 
- O halde bu hükmünü bana yazılı olarak ver, diye rica etti. Fir'avn da bu hükmünü yazdı verdi ve melek de alıp gitti.

ENVARÜ'L-AŞIKIN 144-145

İki kişiden başkasına gıbta olmaz

$
0
0



SAHÎH-İ BUHÂRÎ

Ve Omer ibn Hattâb: 

"Seyyidler olmanızdan önce fakîhler olunuz" dedi.

73- Ben Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"İki kişiden başkasına gıbta olmaz: Allah tarafından kendisine mal verilip de hakk yolunda o malı helak etmeğe musallat kılınan kimse, Allah tarafından kendisine hikmet verilip de onunla hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse".

Gizli ve aşikar bütün işlerde iyi niyyet ve ihlâslı olmak

$
0
0




1. Gizli ve aşikar bütün işlerde iyi niyyet ve ihlâslı olmak


Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

"O îman etmeyenler, ancak İslâma yönelip ibâdeti Allah'a has kılarak (hâlis bir niyyetle) O'na ibâdet etmekle emredilmişlerdir."

"O kurbanların ne etleri, ne de kanları asla Allah'a ulaşmaz; fakat sizden olan takva O'na ulaşır." (Hac: 37)

İbn Abbâs (radıyallahü anhüma), bu âyet-i kerîmede geçen "takva" kelimesinin manasını "Niyyetler" olarak tefsir etmiştir.

İhlâs, niyyeti hâlis yapmaya ve onu riya gibi bulaşık şeylerden arındırmaya denilir. Cenâb-ı Hak, zât-ı ulûhiyyetine, ihlâs ile ibâdet etmeyi emretmesinden anlaşılıyor ki, işin başından sonuna kadar ihlâsa sahib bulunmak gereklidir. Bütün kulluk vazifelerini sırf Allah'ın emirleri olduğu için yerine getirmek, yasaklarından da aynı duygu ile kaçınmak ve başka bir maksad gütmemek, ihlâsla Allah'a ibâdet etmek olur ve hâlis niyyet taşınmış olduğundan böyle kimseye de "Muhlis" denir. 

Bu âyet-i kerîmeden, geçerli niyyetin "hâlis niyyet" olduğu anlaşıldığından her görevde niyyetin bulunmasının şart olduğu hükmü ortaya çıkmaktadır, niyyetin yeri de kalbdır. 
Emredilen işi Allah rızası için yapmak ve başka bir maksad gözetmemek de, hâlis niyyetin husulüdür ve kuldan istenen de budur. ihlâsla yapılan salih ameller Allah'a yükseltilir. işte Allah rızası için hâlis niyetle yapılan işlerin Allah katında sevabı vardır.

EZKÂR EN-NEVEVÎ
ZİKİRLER VE DUÂLAR

Yapılan bütün işler niyyetlere göredir, hadisi ile ilgili Allah dostlarının sözleri

$
0
0
صبحكم الله بالخير وانعم عليكم بالصحة والعافية 🤍صباح الخير 🤍 اللهم اجعلنا من أصحاب ‏اليمين، وارزقنا ثباتا ويقين، واجمعــنا في عليين على، ســرر متقابلين ووالدينا، وأحبابنا وجميع المسلمين .آمين 🤲


1- Ömer ibn Hattâb (radıyallahü anh) den rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"(Yapılan) bütün işler niyyetlere göredir, (kalblerdeki niyyetlerle değer kazanırlar); ve herkes için ancak niyyet ettiği şey vardır. O hâlde kimin hicreti (Bir yerden bir yere gidişi) Allah ve O'nun Resûlü için ise, onun hicreti, Allah ve Resûlü yolunda olmuştur. Kimin de hicreti dünya için ise ona ulaşır yahut bir kadın içinse onu nikâhlar. Böylece hicreti, hicret etmiş olduğu şeydedir taşıdığı niyete göre işi değerlendirilir."'[2]

Bu hadîs-i şerif sahîhdir ve Sahîh olduğunda ittifak vardır. Aynı zamanda hadîsin derecesinin büyüklüğü ve yüksekliği üzerinde âlimler görüş birliğine .varmışlardır; çünkü islâmın temelini teşkil eden Hadislerden birisidir bu...

İlk devirdeki âlimler ve bunlara uyan sonrakiler (Allahü teâlâ onlara rahmet etsin), kitablarına bu hadîsle başlamayı severler ve tercih ederlerdi; Bunu da, daha başlarda iyi niyete, onu gözetip îtina göstermeye bir tenbih (uyarma) olsun diye yaparlardı, imâm Ebû Said Abdurrahmân ibn Mehdî'den (Allahü teâlâ ona rahmet etsin) bize rivâyet edilmiştir, demiştir ki:

"Kim kitab yazmak isterse, bu hadîs ile başlasın."

İmâm Ebû Süleyman el-Hattâbî da (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir:

“Din işlerinden olup ilk başlayan ve ortaya çıkan her şeyin başında bu = ameller niyete göredir = hadîsini getirmeyi, bizim geçmiş üstadlanmiz müstehab görürlerdi; çünkü din işlerinin hepsinde buna ihtiyaç vardır.

İbn Abbâs'dan (radıyallahü anhüma) bize nakledildiğine göre şöyle demiştir:

“İnsan, ancak niyyeti miktarınca korunur."

Başka biri de:

“insanlara niyyetlerine göre (sevab ve azab) verilir."

Büyük İmâm Ebû Ali Fudayl ibn İyâd'dan (radıyallahü anh) bize rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

“İnsanlar için hayırlı işi terk etmek riyadır; insanlar için amel etmek şirktir. İhlâs, bunların her ikisinden de Allah'ın seni kurtarmasıdır."

İmâm Haris el-Muhâsibî (Allah ona rahmet etsin) Şöyle, demiştir:

“Sadık o kimsedir ki, kendi kalbinin düzelmesi için, insanların kalblerinde olan tüm değerinin kalblerinden çıkışında bir sakınca görmez, yapmış olduğu güzel işlerden bir zerre miktarına dahi insanların muttali olmasını sevmez ve kötü işini de insanların bilmesini çirkin görmez."

Huzeyfe el-Mar'aşî'den rivâyette şöyle demiştir:

"İhlâs, kulun gizli ve aşikâr hallerde işlerinin eşit olmasıdır!"

İmâm ve üstad Ebû'l-Kasim el-Kuşeyrî'den (Allah ona rahmet etsin) bize rivâyet edilmiştir; şöyle demiştir:

(İhlâs, ibâdeti, sırf Yüce Allah'ın hakkı olmak maksadıyla yapmaktır. Bu da, bir yaratığa gösterişte bulunmaksızın yahut insanlarca iyi olan bir şeyi beklemeksizin yahut onlardan herhangi bir övgüyü sevmeksizin yahut Allah'a yaklaşmaktan başka herhangi bir mana taşımaksızın yapılan ibâdetle Allah'a yaklaşmayı murad etmektir.)

Büyük İmâm Ebû Muhammed Sehl ibn Abdillah Et-Tüsterî (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

“Akıllılar, İhlasın açıklanmasına baktılar da, 'şundan başkasını bulamadılar: İnsanın gizli ve aşikâr hallerinde sükûn ve hareketinin Allah için olmasıdır ve buna dünya ve nefis arzusunu karıştırmamaktır.

Üstad Ebû Ali Ed-Dekkak'dan (radıyallahü anh) bize rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

"İhlâs, insanların yorumlarından kendini uzak tutmaktır; sıdk ise, nefse uymaktan temizlenmektir. İhlâs sahibinde riya yoktur; sadık kimsede de gururlanma yoktur."

Zü'n-Nûni Mısrî'den (Allah ona rahmet etsin) rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

"Üç şey ihlâs alâmetlerindendir: İnsanlardan olacak övme ve yermeyi eşit tutmak; yapılan işlerde, işleri görmeyi unutmak ve işin sevabım ahirette gerekli bulmak...'

Kuşeyrî'den (Allah ondan razı olsun) bize rivâyette şöyle demiştir:

“Sidkın en azı, gizli ve aşikâr halin eşit olmasıdır."

Sehlü't-Tüsterî'den:

“Kendi nefsini yahut başkasını yağlayan bir kul, sıdkın kokusunu koklayamaz."

Âlimlerin bu ihlâs ve sidk konusundaki sözleri sınırlı olmayacak kadar çoktur. Benim gösterdiklerim anlayan kimse için kâfidir.

kaynak
[2] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî.

EZKÂR EN-NEVEVÎ ZİKİRLER VE DUÂLAR

Sizden biriniz uyuduğu zaman, şeytan onun ensesinde üç düğüm bağlar hadisi şerifi

$
0
0

 




35- Muhaddis iki İmâm Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde, (Allah kendilerinden razı olsun) bize rivâyet edildiğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz uyuduğu zaman, şeytan onun ensesinde üç düğüm bağlar, her düğümü yerinde sağlamlaştırarak der ki, gecen uzun olsun, uyu... Eğer insan uyanır da (Hangi zikirle olursa olsun) Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür. Eğer abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Eğer namaz kılarsa, bütün düğümleri çözülür ve gönlü hoş neş'eli olarak sabahlar. Böyle (uyanınca zikir, abdest, namaz) yapmazsa, gönlü berbat, sıkıntılı ve tenbel olarak sabahlar."

Sizden biriniz uykudan uyanınca şöyle desin, hadisi şerif

$
0
0

36- Huzeyfe b. Yeman'dan (radıyallahü anh) ve Ebû Zerr'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine şöyle demişlerdir:

"Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem, yatağına girdiği zaman:

(Allah'ımı Senin adınla dirilirim ve ölürüm) derdi. Uyandığı zaman da: (Bizi öldürdükten sonra) bizi dirilten Allah'a hamd olsun; (Kıyâmette) dirildikten sonra varış O'nadır) derdi,,[2]

37- Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Sizden biriniz uykudan uyanınca şöyle desin:

(Hamd, O Allah'a olsun ki, ruhumu bana iade etti, bedenimde bana afiyet verdi ve kendisini zikretmek için bana izin verdi)"
[3]


kaynak
[2] Buhârî. Müslim. Muvatta', Ebû Dâvud. Nesâî.
[3] Müslim.

Selâm ile ilgili Ezkâr en-Nevevî

$
0
0


Allahü teâlâ buyurmuştur:

“Evlere girdiğiniz zaman, Allah katında mübarek olan, Hoş olan bir sağlık dileyişi ile kendinizden olanlara (Mü’minlere) selâm verin" buyurmuştur[1]

Yine Allahü teâlâ

"Bir selâmla selâmlandığımz zaman, ondan daha güzeli ile mukabele edin, yahut aynen karşılığını verin."[2] buyurmuştur.

Yine Allahü teâlâ:

"Kendi evlerinizden başka evlere sahiblerinden izin istemedikçe ve onlara selâm vermedikçe girmeyiniz" buyurmuştur.[3]

"Sizin çocuklarınız bulûğ çağına erince, onlardan önceki büyük kardeşleri izin istedikleri gibi izin istesinler (de odalarınıza girsinler)" buyurmuştur.[4]

Yine Allahü teâlâ:

"(Ey Peygamber!) Kendilerine ikramda bulunulan İbrahim'in müsafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar İbrahim'in yanına girmişlerdi de selâm vermişlerdi. İbrahim de selâm ile mukabele etmişti" buyurmuştur.[5]

Bil ki, selâmın asli kitab, sünnet ve icmâ ile sabittir. Selâmın münferid olarak meseleleri bir araya toplanmayacak kadar çoktur. Ben İnşa Allah az bölümler içinde selâmın maksadlarını özetleyeceğim. Esası gözetmek, hakka isabet etmek, hidâyet ve başarı ancak Allah'ın yardımı iledir.

1. Selamın Fazileti ve Selamı Yaymanın Emredildiği

612- Abdullah ibn Amr ibn'l-As'dan (radıyallahü anhüma) rivâyet edildiğine göre, "Bir adam Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e sordu: İslâmin hangi işi sevab bakımından daha faziletlidir? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Yemek yedirirsin, tanıdığına ve tanımadığına selam verirsin, buyurdu."[6]

613- Yine Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh), o da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den anlatarak dedi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

“Aziz ve yüce olan Allah (ilk peygamber) Âdem'i Kâmil insan şeklinde yarattı. Boyu altmış arşındı. Allah onu yaratınca, (kendisine) dedi: Git, şu oturmakta olan melekler toplululuğuna selâm ver de, sana nasıl karşılık vereceklerini dinle. Çünkü onların vereceği selâm karşılığı, hem senin, hem de gelecek evladlarının selâma cevab verme şeklidir. Âdem (o meleklere) Esselâmu Aleykum, dedi. Onlar da karşılık olarak: Esselâmu Aleyke ve rahmetullahi, dediler. Böylece selâma "Ve rahmetullahi" sözünü eklediler"[7]

614- Berâ' ibn Âzib'den (radıyallahü anhüma) yapılan rivâyette o şöyle demiştir:

“Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem bize yedi şeyi emretti: Hastayı ziyaret etmeyi, (define kadar) cenazeleri takib etmeyi, Aksırana (ve Elhamdü Hilali diyene teşmit yapmayı) Yerkamukellâh demeyi, zayıf kimseye yardım etmeyi, haksızlığa uğrayanın hakkını korumayı, selâmı yaymayı ve yeminde sadık kalmayı..."[8]

615- Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İman etmedikçe Cennet'e giremezsiniz.Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız.Size bir şey göstereyim mi ki, onu yaptığınız zaman birbirinizi sevmiş olasınız? Selâmı aranızda yayın. "[9]

616- Abdullah ibn Selâm'dan (radıyallahü anh) yapılan rivâyetde o demiştir ki, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim:

“Ey insanlar! Selâmı yayın, yemek yedirin akrabaya iyilik yapın (onlarla ilgiyi kesmeyin) ve insanlar uyurken namaz kılın: böylece selâmetle cennete girersiniz."[10]

617- Ebû ümâme'den (radıyallahü anh) rivâyetimizde şöyle demiştir:

“Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem selâmı yaymamızı bize emretti."[11]

618- İshak ibn Abdullah ibn Ebû Talhâ'dan rivâyet edilmiştir ki, Tufeyl ibn Ubeyy ibn Kâ'b İshak'a anlatmıştır. (Tabi'inden olan Tufeyl, yine Tabi'inden İshak'a bildiriyor ki,) kendisi (Ashâbdan) Abdullah ibn Ömer'e gider ve onunla sabahleyin çarşıya çıkardı. Der ki, biz sabahleyin çarşıya girdiğimiz zaman, Abdullah bizimle uğradığı her eskiciye, her esnafa, her miskine ve her kese muhakkak selâm verirdi. Tufeyl demiştir: Bir gün Abdullah ibn Ömer'e vardım. Beni arkasında yürüterek çarşıya götürdü. Ben ona dedim: Çarşıda ne yapıyorsun? Alış-verişe durmuyorsun, eşya sormuyorsun, eşya satınalmıyorsun, çarşı meclislerinde de oturmuyorsun? Dedi ki, burada oturup konuşâlim. Sonra ibn Ömer bana dedi: Ey göbekli, (Tufeyl göbekli olduğu için ona böyle hitab etmiştir.) biz sadece selâm için çarşıya çıkıyoruz. Her karşılaştığımız kimseye selâm veriyoruz.[12]

619- Buhârî'nin Sahîhinde kendisinden yapılan rivâyetde demiştir: Ammar (radıyallahü anh) şöyle söyledi:

“Üç şey vardır ki, onları toplayan kimse îmanı bütünlemiştir: Kendi nefsinde adalet yapmak, insanlara selâmı yaymak ve kıtlık hâlinde iken yedirip harcamak."[13]

Biz bu hadisi Buhârî'den başka kitablarda Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e yükseltilmiş olarak rivâyet ettik.

Derim ki, bu üç cümlede âhiret ve dünyanın bütün hayırları toplanmış bulunmaktadır. Çünkü adalet, Allah'ın bütün haklarını yerine getirmeyi ve Allah'ın emrini yapmayı, yasakladığı şeylerden kaçınmayı, insanlara haklarını vermeyi gerektirir. Aynı zamanda haklı olmayan şeyi de istemez. İnsan kendi nefsine de adalet yapmakla onu hiç bir zaman çirkin şeye düşürmez.

Âleme selâmı yaymak demek, bütün (Mü’min olan) insanlara selâm vermektir. İnsan böylece hiç kimseye üstünlük taslamış olmaz ve kendisi ile başka bir kimse arasında selâm vermeyi engelleyecek bir kırgınlık sebebi bulunmaz.

Darlık hâlinde harcamaya gelince, bu da Allahü teâlâya itimadın kemalini ve O'na tevekkülü, müslümanlara şefkati ve başka iyi hasletleri gerektirir. Bu güzel hallerin hepsine bizi muvaffak kılmasını Kerîm olan Allahü teâlâdan dileriz.


Kaynaklar

[1] Nûr süresi:61

[2] Nisa Suresi:86

[3] Nûr Süresi: 27

[4] Kur’ân, Kerîm: Nür Süresi: 59

[5] Zâriyâi Süresi: 24-25

[6] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud.

[7] Buhârî ve Müslim.

[8] Buhârî. Müslim. Tirmizî. Nesâî.

[9] Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî.

[10] Dârimî. Tirmizî. İbn Mâce. Ahmed b. Hatibel. Taberâni.

[11] İbn Mâce. İbn Sünnî.

[12] Muvatta

[13] Buhârî.


Elbise Giyilirken Okunacak duâlar

$
0
0

 

4. Elbise Giyilirken Okunacak duâlar


Elbise giyerken "Bismillah'' demek müstehab olduğu gibi, bütün (hayırlı) işlerde de besmele getirmek müstehabdır.

42- Ebû Sa'îd el-Hûdrî'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

"Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bir gömlek, bir hırka (cübbe) yahut bir sarık gibi bir elbise giydiği zaman şöyle duâ ederdi:

(Allah'ım! Bu elbisenin hayırını ve içinde yapılan şeyin hayırlı olanını Senden isterim; ve bunun (verebileceği gurur-kibir gibi) kötülüğünden ve altında yapılan Günahın şerrinden Sana sığınırım)''[8]

43- Muaz b.Enesden (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Kim yeni bir elbise giyer de:

(O Allah'a hamd olsun ki, benden bir kudret ve kuvvet olmaksızın bu elbiseyi bana giydirdi ve bunu bana rızık olarak verdi) derse, Allah onun geçmiş günahlarını (kul hakkına ait olmayan küçük günahlarını) bağışlar."[9]


kaynaklar

[8] Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî. İbn-i Mâce.

[9] Ebû Dâvud.

Cuma mesajları, ramazan mesajları,

Bayram mesajları

Hamd Etmek Müstehabdır

$
0
0

Allahü teâlâ buyuruyor:

(Ey Resûlüm) de ki: Hamd olsun Allah'a; selâm olsun, O'nun seçtiği (peygamber) kullarına...”[Neml suresi 59.ayet-i kerime]

"De ki: Allah'a hamd olsun; O, yakında size azab alâmetlerini gösterecektir. "[Neml suresi 93.ayet-i kerime]

"Söyle: O Allah'a hamd olsun ki, evlâd edinmemiştir."[İsrâ suresi 111.ayet-i kerime]

"Eğer şükrederseniz, elbette size nimetlerimi arttırırım."[İbrahim suresi 7.ayet-i kerime]

"Beni ibâdetle anın ki, ben de sizi mağfiretle anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin."[Bakara suresi 152.ayet-i kerime]

Allah'a hamd ve şükür etmeyi emreden ve faziletlerini açıklayan âyetler çoktur.

295- Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre,Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu:

"Her şerefli iş ki, ona Allah'a hamd ile başlanmamıştır; o iş bereketsizdir." (Ebû Dâvûd, Edeb 18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 19)

Bir rivâyet de şöyledir:

"Her söz ki, ona Allah'a hamd ile başlanmamıştır; o kesiktir (bereketsizdir)." 

Diğer bir rivâyet de şöyle:

"Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlanmayan her önemli iş güdüktür (bereketsizdir)."[Ebû Dâvud. İbn-i Mâce. Nesâî.]

Âlimler şöyle demiştir: Her kitab yazanın, ders okuyanın, ders okutanın, hutbe okunanın, kız isteyenin ve önemli diğer işlerde bulunanın, Allah'a hamd ile başlaması müstehab olur.

İmâm Şâfi’î (rahimehüllah) demiştir: 

Kişinin, kız isterken ve istenilen her işin başında insanın Allahü teâlâya hamd ve sena, Allah'ın Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem) de Salât getirmesini severim.

1. Hamd Etmek Müstehabdır

Daha önce geçtiği gibi, her önemli ve şerefli işin başında Hamd getirmek müstehabdır. Yine yemeği ve içmeyi bitirdikten sonra, aksırınca, bir kadını nikahlamak isteğinde bulununca, nikâh akdi yapılınca, helâdan çıkanca Hamd etmek müstehabdır. 
İleride gelecek ilgili bölümlerde, bu meseleler, delilleriyle ayrıntılı olarak beyan edilecektir, İnşa-Ellahü teâlâ... Heladan çıkışta ne söyleneceği, bununla ilgili bölümde geçmişti. Söylediğimiz gibi yazılan kitablann başında Hamd getirmek müstehab olduğu gibi, ister hadîs okunsun, ister fıkıh ve ister bunlardan başkası olsun, ders veren hocaların ve okuyan öğrencilerin başlarken Hamd getirmeleri de müstehabdır. Hamd etme ifadelerinin en güzeli şudur:

"Elhamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn."(Hamd ve övgü, bütün âlemleri yaratan Allah'a mahsustur.)"